Acar Longozu Genel Fiziki Özellikleri > Coğrafya Blog, Coğrafya Forum, Coğrafya Hakkında, Bilmeniz Gerekenler, Ne Nedir?, Coğrafya Haber, Coğrafya Yazılar,Acar,Longoz,Genel,Fizik,Özellikler

Acar Longozu Genel Fiziki Özellikleri > Coğrafya Blog, Coğrafya Forum, Coğrafya Hakkında, Bilmeniz Gerekenler, Ne Nedir?, Coğrafya Haber, Coğrafya Yazılar,Acar,Longoz,Genel,Fizik,Özellikler


Genel Fiziki Özellikleri:


Acarlar Longuzu, genelde güneyinden katılan küçük derelerle beslenmektedir. Mevsimlik akışa sahip bu dereler göl alanını beslerken, fazla sular doğuda Okçu Dere vasıtasıyla önce Sakarya Nehri’ne, oradan da Karadeniz’e ulaşır. Karadeniz’e bu kadar yakın bir kıyı alanında şekillenen Acarlar Longozu’nun
Coğrafi konum ve jeopolitik

Coğrafi konum ve jeopolitik

COĞRAFİ KONUM ve JEOPOLİTİK

COĞRAFİ KONUM

Coğrafi konum; dünya üzerinde seçilmiş bir yerin matematik ve özel konumu ile jeopolitik önemini kapsamaktadır..

Türkiye’nin özel konumunun Türkiye üzerindeki etkileri

Özel konum bir yerin;

Kıtalara ve denizlere göre konumu,ticaret yollarına göre konumu,askeri-siyasi ve ekonomik güç merkezlerine göre konumu,doğal ve beşeri kaynak potansiyeli,yer şekilleri özellikleri gibi soruların cevaplandırılmasıyla açıklanmış olur.

Buna göre Türkiye’nin özel konumunun etkileri;

Bir Avrupa ülkesi olan Türkiye;Asya,Afrika ve Avrupa’nın birbirine en çok yaklaştığı yerde bulunur.Asya ile Avrupa arasında köprü durumundadır.

Akdeniz,Ege,Marmara ve Karadeniz’e kıyısı olan bir yarımada ülkesidir.

İstanbul ve Çanakkale boğazlarına sahiptir.

Dünya petrollerinin büyük bölümüne sahip olan Orta doğu ülkeleri ile Kafkas ülkelerine komşudur.Bu nedenle Orta doğudan Avrupa’ya giden petrol boru hatları ülkemizden geçmektedir.

Zengin yer altı ve üstü zenginliklerine sahiptir.

Dünya ticaretinde önemli bir yere sahiptir.

Asya ve Avrupa arasında yer alması ve birçok medeniyete ev sahipliği yapması tarihi ve turistik önemini artırmıştır.

Türkiye Alp-Himalaya dağ kuşağı üzerinde bulunur.Bu nedenle yeryüzü şekilleri dağlık ve engebeli ,yükselti ortalaması fazla,yer yapısı kırıklı,deprem olasılığı yüksek ve sıcak su kaynaklarınca zengindir.

Batıdan doğuya doğru gidildikçe yükselti arttı için sıcaklık düşer,karasallık artar.

Dağlar genellikle doğu-batı yönünde uzanır.Ege bölgesinde dağlar kıyıya dik,Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde kıyıya paralel olarak uzanır.

Yer şekilleri çok engebeli olduğu için,gerçek alan ile izdüşüm alanı arasındaki fark fazladır.

İklim,bitki örtüsü,tarım ürünleri çeşitliliği fazladır.

Türkiye’nin Matematik Konumu ve Sonuçları:

Nasıl ki şehirdeki bir evi bulabilmek için mahalle,cadde,sokak ve ev numarası gibi unsurlara ihtiyaç varsa Türkiye’nin dünya üzerindeki yerini bulabilmek için de dünyayı enine ve boyuna kesen hayali çizgilere ihtiyaç vardır.Bunlar paralel ve meridyenlerdir..



Bulunduğu boylamın Türkiye üzerindeki etkileri:

Boylam herhangi bir yerin başlangıç meridyenine olan uzaklığının açı cinsinden değeridir.Türkiye 26 derece doğu boylamı ile 45 derece doğu boylamı arasında yer alır.

Dolayısıyla; En doğusuyla en batısı arasında 76 dakikalık zaman farkı vardır.

Ulusal saati başlangıç saat diliminin yerel saatiniden ileridir.

Dikkat:Türkiye saatinin başlangıç meridyenin yerel saatinden ileri olması,dünyanın ekseni çevresindeki hareketini batıdan doğuya doğru yapmasının sonucudur.Örneğin Van güneşi İzmir’den önce görür,dolayısıyla Van’da yerel saat daha ileridir.

2. ve 3. Saat dilimlerini kullanır.

Dikkat: İletişim hizmetlerinin gelişmesi ile beraber uluslar arası ilişkilerin sağlıklı yürütülebilmesi için uluslar arası saat dilimleri düzenlenmiştir. Bunun için başlangıç meridyenin 7 derce 30 dakika doğusu ile batısı başlangıç (0) saat dilimi olarak kabul edilmiştir.7 derece 30 dakika doğu meridyeninden 152er meridyen doğuya doğru gidildikçe bir sonraki ortak saat dilimine geçilmiş olur. Dolayısıyla Türkiye’nin ulusal saat ayarını yaptığı 2. Saat dilimi 22 derce 30 dakika doğu ile 37 derce 30 dakika doğu meridyeni  arasıdır.

Dikkat:Türkiye kış mevsiminde saat ayarını 30 derece doğu meridyenine göre yapan 2. Saat dilimini,yaz mevsiminde ise saat ayarını 45 derece doğu meridyenine göre yapan 3. Saat dilimini kullanır.İleri saat uygulamasının nedeni,gün ışığından daha fazla yararlanmak ve enerji tasarrufunda bulunmaktır.

Bulunduğu enlemlerin Türkiye üzerindeki etkileri:

Enlem herhangi bir yerin ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeridir. Enlem doğal ve beşeri süreçler üzerinde önemli etkilere sahiptir.

Kuzey yarı kürede olduğu için

Güneyden kuzeye doğru gidildikçe;

Güneş ışınlarının yere değme açısı küçülür.

Sıcaklık azalır

Buharlaşma ve denizlerin tuzluluk oranı azalır.

Gölge boyu uzar.

Çizgisel hız azalır.

Gece ile gündüz arasındaki zaman farkı artar.

Güneyden gelen rüzgarlar sıcaklığı artırır,kuzeyden gelen rüzgarlar sıcaklığı azaltır.

En uzun gündüz 21 Haziranda,en uzun gece ise 2 Aralıkta yaşanır.

21 haziranda yaz mevsimi,21 aralıkta kış mevsimi başlar.

Gölge boyunun en uzun olduğu tarih 21 aralık,en kısa olduğu tarih ise 21 hazirandır.

Dönenceler dışında olduğu için

Güneş ışınları hiçbir zaman dik açıyla düşmez.

Gölge boyu hiçbir zaman sıfır olmaz.

Orta kuşakta olduğu için;

Yerkürenin eksen eğikliğine bağlı olarak oluşan matematik iklim kuşaklarının sınırlarını dönenceler ve kutup daireleri çizer.Türkiye kuzey kutup dairesi ile yengeç dönencesi arasında orta kuşakta yer alır.

Dolayısıyla;

Dört mevsim belirgin olarak yaşanır..güneş ışınları hiçbir zaman dik olarak gelmez,teğet olarak geçmez.

Cephe yağışları görülür.

Sürekli sıcak ve soğuk iklimler görülmez.

Batı rüzgarlarının etkisi altındadır.

Ilıman iklimlerin etkisi altındadır.

Güneş ışınlarının geliş açısının yıl içindeki değişimi fazladır..

Yıl içinde sıcaklık değişimi fazladır.

Bunlara dikkat!!!

Türkiye de dört mevsimin belirgin olarak yaşanması matematik konumun,aynı anda dört mevsimin yaşanması özel konumun sonucudur.

Türkiye de kısa mesafelerde sıcaklık değişiminin fazla olması yükselti farklılığı ve bakının sonucudur. Söz gelimi Toroslar’ın güney yamaçlarının kuzay yamaçlarına göre,Iğdır Ovası’nın yanı başındaki Ağrı Dağı zirvesinden sıcak olması özel konumun sonucudur.

Buna karşılık yıl içinde sıcaklık değişimi fazladır. Bu durum yıl içinde güneş ışınlarının yere yaptığı en büyük açı ile en küçük açının farkıyla ilgilidir. Sonuçta, yıl içinde sıcaklık değişiminin fazla olması, matematik konumunun sonucudur.

Dikkat; Türkiye’nin iklim özellikleri,bitki örtüsü,tarım ürünleri ve ekonomik faaliyetleri hem matematik konumundan hem de yüzey şekillerinden etkilenir..
Türkiye’nin Jeopolitiği

Ülkelerin uluslar arası platformda yürüttükleri siyaseti belirleyen en önemli faktör coğrafi özellikleridir. Ülkelerin coğrafi özellikleri ile siyasetleri arasındaki ilişkiler jeopolitik konumu oluşturur. Bu karşılıklı etkileşime dayalı işilkileri,siyasi coğrafyanın bir kolu olan jeopolitik inceler.

Dikkat; Ülkelerin jeopolitik açıdan hassas ve kuvvetli yönleri bulunabilmektedir. Örneğin,Türkiye’nin fiziki ve beşeri coğrafya özelliklerini göz önüne alırsak,üç tarafının denizlerle çevrili olması nedeniyle denizden gelebilecek tehditlere açık olması hassas yönünü,boğazlar vasıtasıyla Karadeniz ve Akdeniz’e yapılan giriş ve çıkışları kontrol edebilmesi kuvvetli yönünü oluşturur.

Türkiye’nin Jeopolitik geçmişi

Türkiye bulunduğu coğrafi konum itibariyle siyasi,kültürel ve ekonomik açıdan dnyanın en önemli ülkelerinden birisidir. Bu özelliklerinden dolayı Türkiye, tarihsel süreçte Roma,Bizans,Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere güçlü devletlerin egemenlik sahası olmuştur.

1071 Malazgirt zaferiyle sonsuza kadar Türk yurdu olan Türkiye, 1299 yılından itibaren uzunca bir süre dünya siyasetine yön veren Osmanlı Devletinin egemenlik sahası olmuştur.16.yy’da coğrafi keşiflerle dünya ticaretinin karalar  üzerinden denizlere geçmesi, Osmanlı devletinin elinde tuttuğu ipek ve baharat yollarının önemini kaybetmesi,önce ekonomik sonra da siyasi olarak gücünün zayıflamasına neden olmuştur.

Zamanla siyasi ve askeri gücünü kaybeden Osmanlı Devleti,20. yy’ın başında tarih sahnesinden silinmiş,onun yerine Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeni bir Türk devketi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur..

Günümüzde Türkiye’nin Jeopolitik konumu

Türkiye bulundu konum içinde,komşu ve bölge ülkeleri için barış,demokrasi,istikrar,hoşgörü örneğidir. çevresine bu değerleri yansıtma konusunda iyi niyetli ve yoğun bir çaba içinde olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti;

Zengin petrol rezervlerine sahip olan Orta doğu ve Hazar havzası ile önemli deniz ulaştırma yollarının kavşağında bulunan Akdeniz havzası içinde yer alır.

SSCB ve Yugoslavya’nın dağılması ile yapısal değişim geçiren Balkanlar,dünyanın kanayan yaraları olarak adlandırılan Kafkasya ve Ortadoğu,arayışlar içinde olan Orta Asya ve dünya ticaretinin 4 te 1 ine sahip olan Avrupa’dan oluşan coğrafyanın merkezinde bulunmaktadır.

Kafkasya ve Orta Doğu’da ki petrol ve doğal gazın batıya ulaştırılması için belirlenen güzergahlardan en önemlisi üzerinde bulunmaktadır.Dolayısıyla Türkiye,doğu-batı ve kuzey-güney eksenli enerji güzergahları üzerinde güvenilir ve istikrarlı bir ülkedir.

Türkiye coğrafi konumu itibariyle birçok farklı siyasi,askeri,ekonomik ve ticari küresel ve bölgesel ölçekli kuruluşlara üyedir.

Türkiye üye olduğu küresel ve bölgesel ölçekli kuruluşlar içerisinde coğrafi konumundan ve tarihsel geçmişinden aldığı güçle aktif ülke konumundadır. Bu örgütlerin birçoğunun kuruluş aşamasında hem katılımcı hem de kuruluşun ama ve felsefesini ortaya koyma konusunda önderlik etmiştir.

Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren sorunlar:

Irak Sorunu,Kıbrıs sorunu,Batı Trakya sorunu,su sorunu (Fırat-Dicle), Ege sorunu (Kıta Sahanlığı)

Türkiye’yi dolaylı olarak ilgilendiren sorunlar:

Ortadoğu sorunu,Bosna-Hersek sorunu,Kafkasya sorunu,Kosova sorunu,Makedonya sorunu









Tuz gölü kıpkırmızı!!

Tuz gölü kıpkırmızı!!

(Coğrafya) Su kuşlarının besin zincirinde önemli halkayı oluşturan "Artemia"ların ölümü, Tuz gölünü kırmızıya boyadı.

A sınıfı sulak alanlar içerisinde yer alan Tuz Gölü, tuz üretiminin yanısıra flamingo, suna, bataklık kırlangıcı, martı gibi su kuşlarının konaklama ve kuluçka alanını da oluşturuyor. Bunun yanı sıra Tuz Gölü, dünya kültür balıkçılığında canlı yem olarak kullanılan Artemia'yı doğal stok halinde bulundurması nedeniyle biyolojik açıdan da son derece önemli bir konumda bulunuyor. Tuz Gölü'nde konaklayan ve kuluçkaya yatan su kuşlarının besin zincirinde "Artemia" vazgeçilmez bir halkayı oluşturuyor.

Artemia Salina, tuz göllerinde yaşayan, yetişkinleri 1 cm olabilen bir zooplanktondur.

Artemia'nın ölümü ile oluşan asitler nedeniyle Halobacteriaların çoğalması, daha az organik madde ve kırmızı renk oluşmasını sağlayarak daha hızlı buharlaşmaya sebep oluyor; bu da gölün rengini kırmızıya dönüştürüyor.
Dünya da şişmanlıyor

Dünya da şişmanlıyor

(Cografya)  Sadece dünyalılar değil, üzerinde yaşadıkları yerküre de "şişmanlıyor".

Geophysical Research Letters dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, uydu görüntüleri, su kütlelerinin yer  değiştirmesi nedeniyle Dünya’nın "göbeklendiğini" ortaya koydu.

Kendi ekseninde dönmesinin de etkisiyle kutup bölgelerinde biraz "basık" olan yerkürenin, Grönland ve Antartika’da ki buzulların erimesi nedeniyle ekvator  bölgesinde giderek kalınlaştığı belirtildi.

Araştırmaya katılan uzay mühendisi Steve Nerem, 22 bin yıl öncesine kadar kuzey kutbunun kilometrelerce uzanan buzlarla kaplı olduğunu belirtti. Kütlesi sudan daha ağır olan buzun erimesinin ardından altındaki yerkabuğunun biraz dolgunlaştığını ifade eden Nerem, bu nedenle dünyanın giderek yuvarlaklaştığını kaydetti.

Buzulların erimesiyle kutuplardaki baskının azalması ve bu sayede Dünya’nın orta bölümünde "zayıflaması" bekleniyordu. Aslında bilimadamları yıllarca yerkürenin orta bölümünde "inceldiğini" gözlemledi. Ancak 1990’lardan itibaren Dünya orta bölümünde "şişmanlamaya" başladı; tıpkı alt ve üst taraftan bastırılan bir top gibi.

Bu değişikliğin nedeni ise buzulların erimesiyle oluşan su kütlelerinin Dünya’nın dönüşüyle birlikte ekvator bölgesine itilmesi. Ekvator civarındaki su seviyesinin yükselmesiyle de yerkürenin "beli" kalınlaşıyor.

Grönland ve Antarktika’daki buzulların erimesi sonucu yılda 382 ton buz kütlesi yok oluyor. Oluşan suyun büyük miktarı ekvatora doğru çekiliyor. Böylece her on yılda bir bu bölge 70 santimetre kalınlaşıyor.
Kayıp Şehir Atlantis

Kayıp Şehir Atlantis

(Cografya) Jeologlar, Kuzey Atlantik Okyanusu’nda deniz tabanının altında, yer hareketleri sırasında su yüzüne yükselip yeniden batan bir ada keşfetti. Bilimciler, uzun süre su yüzeyinin üstünde kalan bu kara parçası üstünde yerleşim yerleri oluşmuş olabileceğini, bunun da 'Atlantis' efsanesinin doğmasına yol açma ihtimalinin bulunduğunu düşünüyor.

56 milyon yıl öncesine uzanan coğrafi oluşumda nehir yatakları ve dağlar bulunduğu belirtiliyor. Nature Geoscience dergisinde yayımlanan araştırma ekibinin başındaki isim, Cambridge Üniversitesi’nden Nicky White, “Deniz yatağının yaklaşık 2 kilometre altında antik bir kara parçası duruyormuş gibi görünüyor” dedi.

Söz konusu kara parçası, İskoçya’nın açıklarında bulunan Orkney-Shetkand Adaları’nın batısında keşfedildi. Kapladığı alan yaklaşık 10 bin kilometre kare olan esrarengiz adanın İskoçya’yı oluşturan kara parçasına ait olabileceği, hatta Norveç’e kadar uzandığı düşünülüyor.

Bilim insanlarının yaptığı keşif, okyanus tabanı ve derinliklerine inen ses dalgalarını kullanan sismik ölçümler sayesinde yapıldı. Araştırma ekibindeki Ross Hartley, sismik verilerle oluşturulan haritanın, efsanevi 'Atlantis' adasını anımsattığını belirtti.

Araştırmacılar, kara parçasında sekiz büyük nehir ortaya çıkarırken, okyanus tabanının altından taş örnekleri topladı. Örneklerde çiçek poleni ve kömüre rastlanması, kara parçasında yaşama olanak veren bir coğrafi yapı olduğunu savundu.

White, “deniz tabanının altında küçük fosiller gibi deniz yaşamına ait örnek bulduklarını, bunun da keşfedilen kara parçasının bir zamanlar su seviyesinin üzerinde olduğunu, sonradan denize dibine çöktüğünü gösterdiğini” belirtti.

White, bu durumun önemli bir soruyu akıllara getirdiğini söyledi: “Kara parçasını suyun üzerine çıkaran, ardından 2.5 milyon yıl içinde tekrar okyanusun dibine gömen etki neydi?” Araştırmacılar, 2.5 milyon yılın jeolojik açıdan kısa bir süre olduğuna dikkat çekti.

NASIL SU YÜZÜNE ÇIKTI?
White ve ekibi, esrarengiz kara parçasının bir zamanlar su yüzüne çıkmasını sağlayan etkinin, okyanus tabanındaki yanardağ faaliyeti olduğunu düşünüyor. Dünyanın çekirdeğinden okyanusa hareket eden lav ve diğer materyalleri taşıyan oldukça sıcak akım, bazen daire veya mantar şeklini alarak okyanus tabanında yükseliyor.

Araştırmacılar, bu tür bir akımın keşfedilen kara parçasını yaklaşık 30 milyon yıl öncesinde okyanusun yüzeyine taşıdığını düşünüyor.




Süper Yanardağlar

Süper Yanardağlar

Küresel ısınma bu yüzyılda insanlığın karşı karşıya geleceği en büyük sorunlar arasında sayılıyor. Ne var ki hakkında çok az şey bilinen bir başka doğal felaket, belki de küresel ısınmadan daha ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacak. Bu da bir süper yanardağın eninde sonunda faaliyete geçmesi olasılığı. Yerbilimciler böyle bir olasılıkta söz ediyorlar.Kuşkusuz böyle bir durumda Dünya’nın o bölgesindeki sıcaklıkta ve belki de küresel sıcaklıkta da önemli bir yükselme olabilir. ABD’deki Yellowstone Ulusal Parkı’nda yapılan bir söyleşi de Yellowstone’un böyle bir patlama için geç bile kalmış olduğu bildirildi. Tarihsel kayıtlar Yellowstone’un, her 600 000 yılda bir etkin duruma geçmiş olduğunu ortaya koyuyor; en son olarak da 640 000 yıl önce patlamış. Londra’daki Berfield Greig Afet Araştırma Merkezi’nden Prof. Bill McGuire “Uydularla ölçülen yüzey deformasyonları ve başka işaretler bölgenin hâlâ etkin olduğunu ortaya koyuyor. Yeni bir patlama için hazırlık yapıyoruz” diyor.

Süper yanardağlar gerçekte dağ biçiminde değiller; büyük çöküntüler biçiminde oluyorlar. Bunlar,  kaldera  denen çökmüş dev kraterler. Saptanmaları da zor.Yellowstone kalderası 10 km boyunda ve 30 km eninde. Yüzeyinin sekiz kilometre altında da dev bir mağma odası bulunuyor. Mağma odasındaki basınç arttıkça, yüzey yükseliyor ve ölçülebilir bir sıcaklık artışı oluyor. Ancak yanardağ bilimciler Yellowstone’un ne zaman patlayacağını tam olarak bilemiyorlar. Kıyamet! Küresel   Afetlerin  Doğa Tarihi adlı kitabın yazarı McGuire, Yellowstone’da olası bir patlamanın 2074’te olabileceğini ileri sürüyor. Son iki milyon yıl içerisinde her 100 000 yılda böyle iki olay olmuş. Süper yanardağların bulunması olası bölgeler genellikle güneydoğu Asya gibi, kıta plakalarından birinin bir başkasının altına girdiği bölgeler. Ancak ilginçtir ki güney İtalya’da Napoli dolaylarında da bir kaldera bulunuyor. Londra Yerbilim Derneği’nden Dr. Ted Nield “Yellowstone’un bir benzeri daha küçük ölçekte orada da olabilir” diyor.

Bir süper yanardağın patlaması, sıradan bir yanardağ patlamasından 10-100 kez daha etkili oluyor. Dünya’ya çarpan bir göktaşınınkine eşdeğer bir enerji ortaya çıkıyor. Dünya’ya gelmekte olan bir göktaşının rotasını değiştirebilirsiniz; ancak bir süper yanardağ için yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Patlama sırasında binlerce kilometreküp kaya, kül, toz, kükürt dioksit ve başka birçok gaz atmosferin üst tabakalarına fırlatılır. Orada, Dünya’ya gelen güneş ışınlarını yansıtan bir tabaka oluşur. Böylece Dünya’nın yüzey sıcaklığı da düşer; tıpkı nükleer kışta olduğu gibi. Bu etkiler 4-5 yıl sürebilir; tarım ürünleri ölür ve tüm ekosistem çökebilir.” diyor McGuire. Buz kayıtları, Sumatra’daki Toba yanardağının 74 000 yıl önceki patlamasının 3-5°C’lik bir küresel soğumaya yol açtığını gösteriyor. Sıradan yanardağ etkinliklerinin bile iklim üzerinde etkileri olabiliyor. Endonezya’daki Toba yanardağı 1815’te patladığında birkaç yıl boyunca Dünya’da yüzey sıcaklığı bir derece kadar düşmüştü.

Tsunami

Tsunami

TSUNAMİ (DEV DENİZ DALGALARI)

Leonardo Da Vinci, 1504 yılında tamamladığı teknik notlarında, 1489 yılında, Adalya körfezinde denizin yarılarak, sularının çekildiğini, sonra tekrar karaya doğru ilerlediğini, bu sırada oluşan büyük dalgaların da kıyıyı istila ettiğini belirtmektedir. Bu ifade tsunamiyi anlatmaktadır. TÜBİTAK desteği ile ODTÜ, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Japonya'nın Tohoku Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen çalışmada Ege kıyılarında Vinci'nin ifade ettiği 1489 yılındaki olayın izleri Dalaman (Muğla) kıyılarında bulunmuştur. Deniz, o yıllarda Dalaman deltasının bir bölümünde, bir kez olmak üzere kıyıdan 250 m içeriye kadar ilerlemiştir. Bu doğal afetin Tsunami olduğu, alınan örneklerin Japonya'da yapılan analizleri sonucunda belirlenmiştir (Yalçıner, 1999). Tsunami (Tsu-nami) Japon dilinde "Liman dalgası" anlamına gelmektedir. Tsunamiye sismik deniz dalgası ya da deprem deniz dalgası da denilmektedir. Tsunamileri anlamak için önce bunların rüzgârların ve gelgitlerin yarattığı dalgalardan ayırt etmek gerekiyor. Okyanuslarda esen rüzgârlar yüzeyde dalgalanmalar yaratabilirler. Okyanus ve deniz tabanlarını ileri-geri süpüren gel-gitler, tsunamiler gibi okyanus dibine kadar ulaşabilen akıntılar oluşturabilirler. Bu dalgalar rüzgârın, ayın ve güneşin etkisine bağlı olarak gelişmekte olup, tsunami ile ilgili değildirler.

Tsunamilerin oluşabilmesi için:

1-Yer kabuğunda düşey yönlü bir hareket olmalıdır (Normal ya da Ters fay hareketlerinde olduğu gibi)

2-Depremin odak noktasının deniz ya da okyanusun altında olması gerekir

3-Deniz altında büyük boyutlu kayma oturmaların oluşması gerekir

4-Deniz altında volkanik patlamalar olması gerekir (Demirtaş, 1999).



Dev deniz dalgalarının okyanuslardaki hızları saatte 750 km ye ulaşabilmektedir. Tek bir dalga yüksekliği birkaç metre, uzunluğu açık denizlerde 750 km olabilmektedir. Derin denizlerde tehlikesiz olan bu dalgaların yüksekliği sığ kıyılarda 30 metreye çıkabilmekte ve yıkıcı olabilmektedir. Tsunamilerin oluşması için, su kütlesinin bir kuvvet tarafından etkilenmesi gerekmektedir. Derin sularda oluşan dalga daha sonra, sığ kıyılara doğru hareket etmekte ve bu kıyılarda sel ve tufan benzeri hasarlara neden olmaktadır. Sığ sularda özellikle "V" şeklinde daralan körfezlerde, körfez tabanının düşük eğilimli olması halinde, dalga içerisindeki enerjinin sıkışmasıyla çok büyük bir tsunami (dev deniz dalgaları) ortaya çıkmaktadır (Oksay, 1999). Tsunami ilk oluştuğunda tek dalga şeklinde olup, daha sonra iki, üç ya da beş dalgaya bölünerek çevreye yayılmaktadır. Bu dalgaların ilki ve sonuncusu zayıf enerjili olmaktadır. Kıyıda görülen hafif ve anormal su değişimi ilk dalganın izidir ve gelecek olan kuvvetli dalganın da habercisi olabilmektedir. Tsunami daha çok okyanus kenarlarında bulunup, okyanuslara açık olan ülkelerde olmaktadır. Okyanuslarda olan deprem ve yanardağ patlamaları tsunamiye yol açmakta ve oluşan dalgalar ada ve kıyı ülkelerinde büyük çaplı hasarlara yol açmaktadır. 1755 Portekiz depreminde İspanya, Portekiz ve Fas kıyılarında tsunami oluşmuş olup, 1883 deki Krakatao adası volkan patlamasında oluşan tsunamide Sumatra'da 36 500 kişi, 1933 Japonya depreminde oluşan tsunamide 3000 kişi, 1946 Aleutian adaları (Alaska) depreminde oluşan tsunamide 122 kişi, 1998 Papau Yeni Gine depreminde oluşan tsunamide de 3000 kişi hayatını kaybetmiştir. Ülkemizde, Dalaman sahilleri dışında Didim ve Fethiye'de de günümüzden 3500 yıl önce tsunami oluşmuştur (Yalçıner, 1999).
Tektonik Levhalar ve Kıta hareketleri

Tektonik Levhalar ve Kıta hareketleri

Tektonik Levha ve Kıta Hareketleri

Milyarlarca yıldır var olan dünya coğrafyası, bugüne kadar birçok kez değişmiştir. Yer kabuğunun yüzeyi lastik topta ki gibi tek bir bütünsel kabuktan değilde, küresel şeklini bozmadan; çatlamış yumurta kabuğu gibi pek çok parçalardan oluşmuştur. Bazen üzerinde okyanusal ve kıtasal kabuk alanlarını birlikte kapsayabilen bu tek, dev ya da küçücük kabuk parçalarına levha denilmektedir. Bu levhalar bir yayılma kutbu ekseni etrafında hareketlerini sürdürmektedirler. Yer kabuğunda Büyük Okyanus, Avrasya, Arabistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Nazka, Hindistan-Avustralya, Antarktika, Kokos, Tongo, Anadolu levhası gibi levhaların dışında birçok küçük levha daha bulunmaktadır.

Levhalar kıtaları oluşturan kıtasal kabuk ile okyanusların tabanındaki kısmı oluşturan okyanusal-kabuktan, ya da sadece bunlardan birinden meydana gelebilirler. Dünyanın merkezî kısımlarında üretilen ısı, mantodan geçerek daima dışarıya doğru ilerlemeye çalışır. Bu olay üst mantonun hareketlenmesine ve burada konveksiyon akımlarının gelişmesine neden olur. Bu hareketler yeryüzünü kaplayan kırılgan yer kabuğu parçalarıyla (levhalar) sürtünme nedeniyle, onların hareket etmesine, buna bağlı olarak oluşan kırıklardan da yanardağların püskürmesine, kıtalar arasındaki okyanusların açılmasına ya da kapanmasına neden olurlar. Levhaların kıtasal kabukları kimi zaman gölde serbestçe yüzen sallar gibi birbirinden uzaklaşırken, kimi zaman da birbirine yaklaşırlar. Yakınlaşma, okyanusal kabuğun kırılarak yerin içerisine doğru dalmasına, bu şekilde okyanusal kabuğun dalarak tükenmesinden sonra da çarpışmasına neden olur. Kıtasal kabuk kesimlerinin, birbirinden uzaklaşan konveksiyon akımlarının etkisi altında kalmasıyla ise, kabuk iki parçaya ayrılır ve parçalar birbirinden uzaklaşmaya başlarlar. Bu uzaklaşma iki parça arasında genişleyen bir okyanus ile büyüyen bir okyanusal kabuğun gelişmesini sağlar. Levhaların hareket hızları 24 cm/yıla kadar değişiklik göstermektedir. Bu da kıtaların coğrafyasında ve mekânında sürekli değişikliklere neden olmaktadır.



YER DEĞİŞTİREN LEVHALAR

Dünyanın çehresi, oluşumundan beri sürekli olarak ve yavaş yavaş değişe gelmiştir. Bu değişikliklerin en iyi tanınanları, günümüze yakın olarak gerçekleşenleridir. Örneğin günümüzden 200 milyon yıl önce dünyada Pangea adlı tek bir kara kütlesi ile tek bir okyanus vardı. 180 Milyon yıl önce Pangea kıtası, yılda santimetrelerle ölçülen hızla, çizgisel bir hat boyunca yarılmaya başlamış ve oluşan iki parça birbirinden uzaklaşmaya çalışmıştır. Pangeanın bu parçalanma süreci gelişmeye başlamış, başlangıçta Gondvana ve Avrasya olmak üzere iki kıtaya ayrılmıştır. Daha sonra da Kuzey Amerika Afrika'dan, Hindistan da Antarktika'dan ayrılmıştır.135 milyon yıl önce Gondvana ile Avrasya kıtaları arasındaki açılma süreci devam etmiştir. Bu açılmanın geometrisi Labrador denizini açan yarılmaya doğru ilerlemiştir. Bu gelişme daha sonra Gröndland'ı Kuzey Amerika'dan ayıracaktır. Bu sırada Hindistan kıtası da Asya'nın güney kıyılarına çarpmak üzere kuzeye doğru ayrılarak ilerlemektedir. 65 milyon yıl önce ise Güney Amerika kıtası Afrika kıtasından ayrılmış olup, Gondvana kıtasından ayrılacak yalnızca Avustralya ve Antarktika kıtaları kalmıştır. Bugünkü kıtaların konumuna baktığımızda Atlas Okyanusunun Antarktika'dan Afrika'ya kadar uzandığını, Kuzey Amerika ile Güney Amerika'nın birbirlerine kenetlenmiş olduklarını, Gröndland'ın Kuzey Amerika'dan, Avustralya kıtasının da Antarktika kıtasından ayrılmış olduğunu görürüz. Ayrıca Hindistan kıtası kuzeye doğru hareket etmiş ve Asya kıtasına çarpması sonucunda Himalaya bölgesinde yüksek dağ silsilesi oluşmuştur. Günümüzdeki dünya coğrafyasında kıtaların konumu geçici olup, levhalar sürekli hareket halindedir. Bu hareket devam ettikçe, Afrika ve Arabistan levhaları ile Avrasya levhaları birbirlerine daha da yaklaşacaklar ve yaklaşık 100 milyon yıl sonra Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz tamamen kapanacak, bu kapanmanın sonucunda da, Afrika ve Arabistan levhası ile Avrasya levhası kenetlenecektir.



Levhaların birbirinden uzaklaşması

Eğer Atlas Okyanusunun suyu tamamen yok edilebilseydi, okyanusun ortasında yanardağlardan oluşan ve binlerce kilometre uzayıp giden sırtlar ve bu sırtların zirveleri boyunca da sürekli açılan yarıklar görülecekti. Kabuk bağlamış bir çizgisel yarayı andıran bu sırtlar, okyanus ortası sırtları (yayılma sırtları) olarak tanımlanmaktadır. Bu yarıklardan yükselen magma, yarığın her iki tarafında yayılmakta ve sonra da bu alanlarda katılaşmaktadır. Sırtlar boyunca yarıkların oluşmasına ve dolayısıyla da volkanik faaliyetlerin gelişmesine; sırtların altında, üst mantodaki birbirinden uzaklaşan konveksiyon akımı eksenlerinin varlığı neden olmaktadır. Bu konveksiyon akımları sayesinde tüm Atlas Okyanusu boyunca kuzey güney yönünde, doğudaki Afrika ve Avrasya levhaları ile batıdaki Kuzey Amerika ve Güney Amerika levhaları birbirinden uzaklaşmış olup günümüzde de bu hareketlilik devam etmektedir. Benzer şekilde Kızıl Deniz, kıtaların birbirinden uzaklaşması prensibine uygun olarak, bu alanda Afrika levhası ile doğudaki Arabistan levhasının birbirinden uzaklaşmasına bağlı olarak gelişmiştir. Birbirinden uzaklaşan levha sınırlarında sığ odaklı depremler oluşmaktadır.

Levhalardan birinin diğerinin altına dalması

Eğer Büyük Okyanusun suyu yok edilebilseydi, derinliği 11 kilometreye yaklaşan çizgisel okyanus dibi çukurluklar (hendekler) görülecekti. Bu çukurluklar, biri diğerinin altına dalan levhaların sınırlarında oluşmaktadırlar. Bu dalma işlevi daha ağır olan okyanusal kabuğun, hafif olan kıtasal kabuk altına dalması şeklinde olmaktadır. Pasifik levhası ile Filipin levhasının, Avrasya levhasının altına, batıya doğru dalması ile oluşan Japon-Kuril çukurluğu, bu tür çukurluklara bir örnek teşkil etmektedir. Akdeniz'de de Afrika levhasının Avrasya levhasının altına dalmasıyla Rodos'un doğusu ve Dalaman'ın güneybatısında 4250 m derinliğe ulaşan bir çukurluk oluşmuştur. Kıtasal kabuk altına dalan okyanusal kabuk, üst manto içerisinde sıcaklık etkisiyle ergimekte ve bu ergimiş kabuk malzemesinin, yağ damlalarının su içerisinde yukarıya doğru hareket etmesi gibi bir yöntemle taşınması sonucunda da, yer yüzündeki volkanik ada yaylarını geliştirmektedir. Japonya'daki volkanik ada yayları, Güney Amerika'daki And dağları, Kuzey Amerika'daki Kayalık dağları bu tür oluşumlara örnek teşkil etmektedir. Dalmanın ileri safhasında alta dalan okyanusal kabuk tümüyle yok olmakta ve iki kıta karşı karşıya gelerek çarpışmaktadır. Bu çarpışma sırasında kıta kabuğu bu kesimlerde eğilip bükülmekte, tortul kayaçlar kıvrılarak yukarıya doğru yükselmekte ve kabuk kalınlaşması oluşmaktadır. Hindistan levhası ile Asya levhalarının çarpışması sonucunda Himalaya dağ kuşağı, Afrika levhası ile Avrasya levhasının çarpışmaları sonucunda da Alp dağ kuşağı oluşmuştur. Hint-Avrasya levhaları çarpışması sürecinde, Himalaya dağları 100 yılda 1 metre yükselmektedir. Birbirinin altına dalan levha sınırları depremselliğin en yoğun olduğu bölgelerdir. Ve bu şekilde birbirine yaklaşan levha sınırlarında hem sığ ve hem de derin odaklı depremler birlikte oluşurlar.

Levhaların birbirlerine sürtünerek hareket etmesi

Levhaların kafa kafaya geldiği sınır zonu boyunca birbirine sürtünerek yanal yönde hareket etmeleri de söz konusu olup bunlar iki şekilde gözlenmektedir. Birincisi, sürtünen iki levhadan birinin diğerine göre ters yönde yanal olarak hareket etmesi şeklindedir. Yaklaşık 1500 km uzunluğundaki Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı bu tipe örnek teşkil etmektedir. Kuzey Anadolu Fayı, Anadolu levhası ile kuzeyindeki Avrasya levhası arasında sınır oluşturmakta ve en azından 2 milyon yıldan bu yana da sığ odaklı depremler oluşmasına neden olmaktadır. Diğer bir hareket biçimi ise levhaların her ikisinin de aynı yönde fakat farklı hızlarda hareket etmesi şeklindedir. Bu tipe en iyi örnek ise Kuzey Amerika levhası ile Pasifik levhası arasındaki sınırı oluşturan, 1300 km uzunluğundaki San Andreas fayıdır
Yerkürenin Yapısı

Yerkürenin Yapısı

DÜNYANIN OLUŞUMU

Araştırmalara göre Dünyamız 15-20 milyar yıl önce uzayda meydana gelen çok büyük bir patlamadan sonra diğer yıldız ve gezegenlerle birlikte değişik aşamalardan geçerek bugünkü haline gelmiştir. Bu patlama çok büyük boyutta bir gaz ve toz bulutunun oluşmasına neden olmuştur. Böylesi ortamda birbiriyle çarpışan gaz kütleleri ile toz taneciklerinin birleşmesi sonucunda, ergimiş toplar halinde çok büyük kütleler meydana gelmiş ve bunlar bugünkü yıldızlar ile gezegenleri yaratmıştır. Başlangıçta çok sıcak olan Dünya yüzeyinin ilk önce ergimiş kayalardan oluştuğu, sonra da soğumaya ve farklı katmanlara ayrılmaya başladığı öne sürülür. Ağır maddeler içe doğru çökerek çekirdeği, daha düşük yoğunluktaki maddeler ise çekirdek çevresindeki katmanları oluşturmuştur. Yüzeydeki ergimiş maddelerin soğumasıyla da yer kabuğu şekillenmiştir.


YERKÜRE’NİN YAPISI

Yeryuvarlağı, iç içe kürelerden meydana gelmiştir. Bunlara geosfer adı verilir. Geosferlerin yoğunlukları ve bileşimleri birbirinden farklıdır.

A-YERKABUĞU

Litosfer ya da taşküre olarak da adlandırılır. Yerküre’nin en hafif ve en ince tabakasıdır. Yeryüzünden itibaren ortalama 33 km derinliğe kadar uzanır. Yerkabuğu, bileşimleri ve yoğunlukları birbirinden farklı iki tabakadan oluşur.

1. Granitik Kabuk (Sial)

Bileşiminde silisyum ve alüminyum olduğundan bu ismi almıştır. Yoğunluğu 2,7 – 2,8 gr/cm3 tür. Katı halde bulunur. Kalınlığı okyanus tabanlarında az iken, kıta tabanlarında fazladır.

2. Bazaltik Kabuk (Sima)

Bileşiminde silisyum ve mağnezyum olduğundan bu ismi almıştır. Yoğunluğu 3 gr/cm3 dolayındadır. Sial’in tersine okyanus tabanlarında kalınlaşır, kıta tabanlarında incelir.

B. MANTO

Yer çekirdeğinin örtüsü durumunda olduğundan bu ad verilmiştir. Astenosfer adı da verilir. Yerküre’ninyaklaşık 33 km ile 2900 km derinlikleri arasında yer alır. Yoğunluğu yerkabuğuna oranla daha  fazladır. (5– 6 gr/cm3) Mantonun üst kısmındaki maddeler plastik özelliği gösterir. Sıvı haldeki manto malzemesine mağma denir. Mağma adı verilen akışkan manto volkan, deprem gibi olayların oluşmasına neden olan bir tabakadır. Mantonun sıcaklığı 1200 °C yi bulmaktadır. Manto, yeryuvarlağı hacminin % 80'ini kaplamaktadır.

C. ÇEKİRDEK

En kalın ve ağır olan katmandır. Barisfer adı da verilir. Mantonun altında başlar ve Dünya’nın merkezine kadar uzanır. Kalınlığı 3478 km dir. Yoğunluğu 10 gr/cm3 olan ve sıvı halde bulunan üst kısmına dış çekirdek denir. Bunun altında, yoğunluğu 13gr/cm3 olan ve katı halde bulunan iç çekirdek vardır.

Dünya’nın merkezinde sıcaklık 4500 – 5000 °C yi bulmaktadır.

YERKABUĞUNU OLUŞTURAN TAŞLAR

1. Püskürük (Katılaşım) Taşlar

  • İç püskürük taşlar: Mağma, her zaman yeryüzüne kadar çıkamaz. Bazen yerkabuğunun belirli yerlerine sokularak katılaşır. Soğuma yavaş olduğundan iri kristalli olurlar. Bu taşlara örnek

olarak granit ve siyanit verilebilir.

  • Dış püskürük taşlar: Mağmanın yeryüzünde soğuyup katılaşması sonucunda oluşur. Soğumahızlı olduğundan kristalleşme ya hiç olmaz, ya da çok az olur. Bu taşlara örnek olarak andezit ve

bazalt verilebilir.

2. Tortul (Sediment) Taşlar

  • Kimyasal tortul taşlar: Sularda erimiş halde bulunan maddelerin kimyasal yollarla çökelmesi sonucunda oluşurlar. Kireçtaşı (kalker), traverten, kayatuzu, jips (alçı taşı) ve dolomit kimyasal tortul taşlardandır.


  • Organik tortul taşlar: Canlı kalıntılarının üst üste birikerek katılaşması sonucu oluşurlar. Turba, linyit, taşkömürü, antrasit ve mercan kalkerleri organik tortul taşlardandır.


  • Mekanik (klastik veya kırıntılı) tortul taşlar: Akarsular, rüzgârlar ve buzullar gibi dış kuvvetlerin aşındırdığı materyalleri taşıması ve çukur alanlarda biriktirmesi sonucu oluşurlar. Kiltaşı,

kumtaşı (Gre), buzultaşı (moren) ve konglomera kırıntılı tortul taşlardandır.

3. Başkalaşım (Metamorfik) Taşlar

Püskürük ve tortul taşların, aşırı sıcaklık ve basınç altında kalarak değişime uğramasıyla oluşurlar. Bu tür taşlar, eski özelliklerini kaybederek yeni özellikler kazanırlar. Mermer, killi şist, kristalli şist, gnays ve kuvars başkalaşım taşlarının en yaygın olanıdır.
Jeolojik Devirler-Paleozoik Zaman

Jeolojik Devirler-Paleozoik Zaman

PALEOZOİK ZAMAN

(545 myö-251.4 myö)294milyon yıl sürdü


Antik Yaşam

Yaklaşık üç yüz milyon yıl süren Paleozoik, Fanerozoiğin ilk ve en uzun zamanıdır. Bu zaman çok hücreli canlıların ortaya çıktığı, gelişip yaygınlaştığı ve ekosistemin baskın yaşam biçimi haline geldiği zaman dilimidir.

Paleozoik boyunca iklim genel olarak nemli ve ılımandı. Zaman zaman güney kıtası Gondvana'nın kutup bölgesinden geçmesiyle ya da başka biçimlerde buzul çağları yaşanmıştır. Kambriyenden hemen önce süper kıta Rodinia'nın parçalanmasıyla daha küçük kıtalar doğar. Bu kıtalardan en büyüğü olan Gondvana, Paleozoik kıtalarının ana kitlesini oluşturur. Paleozoiğin sonuna doğru kıtalar yeniden bir araya gelerek yeni bir süper kıta olan Pangea'yı oluşturur.



Paleozoiğin hemen başında "Kambriyen Patlaması" olarak bilinen olayla birlikte hayvanlar fosil kayıtlarına girer. Nerdeyse bilinen tüm hayvan şubeleri Paleozoiğin başında çeşitli türlerce temsil ediliyor, çok çeşitli omurgasız grupları denizleri dolduruyordu. Bunların arasında bazı bilim adamlarınca "deneysel" olarak kabul edilen ve kısa sürede ortadan kalkan yaşam biçimleri de vardı. Erken Paleozoikte henüz çok kırılgan olan ekosistemde yaşanan yok oluşlarla dönemin geri kalanına damgasını vuracak canlılar belirlenir. Paleozoik denizlerinin en tipik canlılarından biri eklembacaklılar grubundan olan üçloblulardı. Erken Paleozoikte çok yaygınlık ve çeşitlilik kazanan üç loblular, zamanın sonuna doğru azalarak ortadan kalktı. Paleozoiğin bir diğer baskın grubu da dallı bacaklılardı. Zaman zaman tüm türlerin %50'sinden fazlası dallı bacaklılar arasından çıktı. Tabulat ve rügoz mercanlar, yosun hayvancıkları, derisidikenlilerden deniz laleleri ve blastoidler, yumuşakçalardan nautiloidler Paleozoiğin önemli omurgasız gruplarıydı.

Paleozoiğin ortalarına doğru omurgalılar denizlerin en önemli gruplarından biri olur. Balık Çağı olarak adlandırılan bu dönemde, ilkel çenesiz balıkların ardından ilk çeneli balıklar, ilk kemikli balıklar ve köpek balıkları ortaya çıkıp yaygınlaşır. Denizlerde balıkların üstünlüğü ele geçirdiği sıralarda ilk bitkiler ve hayvanlar karaya adımlarını çoktan atmıştı. Damarsız kara yosunu benzeri bitkilerin ve kırkayak benzeri eklembacaklıların öncülük ettiği karaların çok hücreli canlılarca işgaline, Orta Paleozoiğin sonlarına doğru omurgalılardan da destek geldi. Geç Paleozoiğe gelindiğinde yeryüzü karaları uçsuz bucaksız ormanlarla kaplandı, pek çok hayvan grubunun temsilcilerinin de katılımıyla karmaşık bir karasal ekosistem kuruldu. Karasal faunanın en göze çarpan üyeleri, artık uçma yeteneğini geliştirmiş olan böcekler, iki yaşamlılar ve sürüngenlerdi. Paleozoiğin sonlarına doğru Pangea'nın oluşmasıyla iklim kuraklaşıp, karasallaşır. Sucul ortamların azalmasıyla geniş alanlara yayılmış sporlu bitkilerin oluşturduğu bataklık ormanları, yerini açık tohumlu bitkilerin oluşturduğu ormanlara bıraktı. İki yaşamlılardan da sürüngenlere doğru bir kayış oldu. Zamanın sonlarında sürüngenler oldukça çeşitlendi ve memelilerin ve dinozorların ataları olan gruplar ortaya çıktı. Bu canlılardan bazılarının kürklü ve sıcak kanlı oldukları düşünülüyor.

Permiyen sonunda, bir gök cisminin yeryüzüne çarpmasıyla, Paleozoik canlılarının büyük çoğunluğu ortadan kalkar. Yok oluşun ardından sahneye yeni canlılar çıkar Eskisinden oldukça farklı olan bu yeni yaşamla, "Dinozorlar çağı" olarak da anılan Mezozoik Zaman başlar.

KAMBRİYEN DÖNEM

545-495 myö arası
Kambriyen Patlaması:
Hayvanların hızlı evrimi ve çeşitlenmesi
Kabuklu canlılara ait ilk fosiller
Bilinen hayvan şubelerinin çoðu bu dönemde çeşitlenmiştir

Kambriyen, yeryüzü yaşamı için bir dönüm noktasıydı. Yaşamın ortaya çıkışından Kambriyene kadar geçen yaklaşık üç milyar yıllık süreç içinde yaşam hücresel düzeyde pek çok gelişme kaydetti; fakat, bu gelişim bakterilerden, bir ve çok hücreli alglerden öteye geçemedi. Geç Proterozoikte başlayan hayvanların gelişimi ve çeşitlenmesi, Kambriyene damgasını vuran en önemli olaydı. Kambriyenden hemen önce Neoproterozoiğin sonunda en ilkel biçimleriyle ortaya çıkan hayvanlar, Erken Kambriyenin sonuna kadar geçen kısa zaman dilimi içinde, yaşamın tarihi boyunca bir daha asla tekrarlanmayacak bir hızla evrimleşip, çeşitlendi. Tartışmalara karşın "Kambriyen Patlaması" olarak adlandırılan bu olayın sonunda, sadece 25 milyon yıl içerisinde, bilinen hayvan şubelerinin neredeyse hemen hepsi ortaya çıktı.

ORDOVİSYEN DÖNEM

495-440 myö arasıDeniz omurgasızlarının çeşitlenmesi
Paleozoik faunasının kurulması
Bitkilerin ve Eklembacaklıların karaya çıkışı



Ordovisyen, Paleozoik dönemin geri kalanında okyanusları dolduracak olan faunanın kurulduğu dönemdir. Kambriyen döneminde ortaya çıkan hayvanların pek çoğu aynı dönem içinde gerçekleşen yok oluşlar sonucunda tamamen ortadan kalktı. Bu yok oluşlardan yara almadan ya da hafif bir zararla kurtulabilenler ise gidenlerden kalan yerleri işgal ederek oldukça çeşitlendi. Deniz omurgasızlarında görülen bu büyük çeşitlenme "Ordovisyen uyumsal açılımı" olarak bilinir. Kabuklu deniz canlılarına ait fosillerden takip edebildiğimiz kadarıyla, Kambriyen sonunda bu canlılara ait aile sayısı 150 iken uyumsal açılımın ardından Erken Ordovisyende bu sayı 400'e çıktı. Ordovisyen uyumsal açılımı Paleozoiğin geri kalanına da damgasını vuran, bildiğimiz en büyük uyumsal açılım olayıdır. Bu olay sonucu kurulan fauna Paleozoiğin sonuna kadar varlığını sürdürecek oldukça karmaşık bir ekosistem oluşturdu.

Ordovisyenin en önemli olayı, çok hücreli yaşamın karaya ayak basmasıydı.Bu olay bizim açımızdan oldukça önemli olsa da dönemin yaşamı üzerinde büyük izler bırakmadı.

Ordovisyenin ilgi çekici olaylarından biri de süzerek beslenen canlılarda görülen dikkat çekici artıştı.

Ordovisyen uyumsal açılımıyla, Kambriyende önemsiz olan bazı grupların önemli hale geldikleri ve daha önce görülmeyen yeni grupların birden bire ortaya çıktıkları görülür. Bu dönemde ortaya çıkan yeni grupların başlıcaları: Midyeler, yosun hayvancıkları, Stromatoporoidler, mercanlarla derisi dikenlilerden denizlaleleri, deniz kestaneleri, ve denizyıldızlarıdır. Bu dönemde önemi artan grupların başında artikulat dallıbacaklılar gelir. Kambriyende gösterişsiz bir başlangıç yapan artikulat dallıbacaklılar bu dönemde sayıca ve çeşitlilikçe bir patlama yaşadılar. Kambriyende ortaya çıkan nautiloid kafadanbacaklılar, ostrakodlar, salyangozlar, graptolitler Ordovisyende önem kazanan gruplardandır.

SİLÜRİYEN DÖNEMİ

440-417 myö arasıBalıkların evrimi:
Çenesiz balıkların yayılması, tatlı su balıklarının ve ilk çeneli balıkların evrimi
Ökaryot yaşamın karaya kalıcı olarak yerleşmesi:
Örümcekler, böcekler, kırkayaklar ve akrabaları ve ilk damarlı bitkilerin ortaya çıkması.

Ordovisyen yok oluşlarına neden olan buzul çağının ardından, Silüryende sıcaklıkların tekrar yükselmesiyle Gondvana'yı kaplayan buzullar eridi. Kıtalar yeniden sığ denizlerin altında kaldı. Yok oluşun ardından canlıların çeşitlenip yayılması için uygun şartların sağlanmasıyla canlılar yeni bir uyumsal açılım dönemine girdi. Boşalan yaşama alanları hızla çeşitlenip, yayılan canlılarca dolduruldu. Omurgasızlar daha da çeşitlenerek, yeniden Ordovisyendeki yaygınlıklarını kazandı. Ancak Silüryen uyumsal açılımının başarılı grubu denizlerde hızla çeşitlenen, omurgalılardan çenesiz balıklardı. Bazı çenesiz balıklar tatlı sulara uyum sağlayarak bu ortamlarda yaygınlaştı. İlk çeneli balıklar tatlı sularda ortaya çıktı.



Silüryenin en önemli olayı ökaryotik yaşamın sağlam temellerle ve daimi olarak karaya yerleşmesiydi. Ordovisyende karaya çıkmış olan kara yosunu benzeri bitkiler oldukça yaygınlaştı. İlk damarlı bitkiler de kesin olarak bu dönemde ortaya çıktı. Kara yosunu ve ilkin damarlı bitkilerle kaplı karalarda dolaşan ilk kara hayvanlarıysa, uyum yetenekleri tartışılmaz olan eklembacaklılardı. Örümcekler, akrepler, böcekler, kırkayaklar, ve akrabaları bize oldukça yabancı bu ortamın bildiğimiz tek sakinleriydi.

Silüryen evrimsel açıdan pek çok ilkin gerçekleştiği bir dönemdi. Bu dönemden meydana gelen olaylar dünyayı ve yaşamın bundan sonra izleyeceği yolu büyük oranda etkiledi.

DEVONİYEN

417-354 myö arası
Balık Çağı:
Çenesiz ve çeneli balıklar çeşitlendi, ilk köpekbalıkları ve ilk kemikli balıklar
Omurgalıların karaya çıkması: İlk iki yaşamlılar
İlk ağaç ve ormanların ortaya çıkması
Tohumlu bitkilerin, ammonitlerin ortaya çıkması

Silüryen ile Devoniyen arasında bir kitlesel yok oluş bulunmaz, bu nedenle Silüryende başlayan evrimsel eğilimler kesintiye uğramadan Devoniyende devam eder. Bir önceki dönemde yaygın olan omurgasız grupları, Devoniyende de varlığına eskisi gibi devam ederken, ammonitler ilk kez ortaya çıkar. Silüryende çeşitlenmeye başlayan balıklar bu dönemde çeşitliliklerinin zirvesine ulaşıp, Devoniyen denizlerinin bir numaralı hayvan grubu olur. Hem kemikli balıklar hem de köpek balıklar da bu dönemde ortaya çıkar.

Karasal ökaryotların gelişimi de kesintiye uğramadan sürer. Silüryende ortaya çıkan damarlı bitkiler dönem boyunca hızla gelişir, çeşitlenip yaygınlaşır. İlk tohumlu bitkiler ve ağaçlarla birlikte ilk ormanlar da dönemin sonuna doğru oluşur. Eklembacaklılar yaygınlıklarını artırır, yeni böcek grupları ortaya çıkar. Denizlerde yaygınlaşan omurgalılar karaya ilk adımlarını dönemin sonunda atar: ilk iki yaşamlılar ortaya çıkar.

KARBONİFER

Kömür Çağı
354 myö-292 myö
Bataklık ormanlarının ortaya çıkıp yaygınlaşması
Ammiyotik yumurtanın keşfi: Sürüngenlerin ortaya çıkması
İlk uçan böcekler,
Gondvana ile Lavrasya'nın çarpışması: Pangea'nın oluşması



Dünya kömür rezervlerinin büyük bir kısmı bu zamana ait olduğundan, döneme "karbon içeren" anlamında "Karbonifer" adı verilmiş. Ancak bugünlerde döneme yeniden bir isim vermemiz gerekseydi, muhtemelen "yeşil çağ" anlamına gelen bir kelime kullanırdık. Karbonifer, tüm dünya karalarının ekvatoral düzlemde bir araya toplanmaya başladığı ve bu uçsuz bucaksız kara parçasının büyük bir bölümünün günümüz Amazon ormanlarına benzetilebilecek yağmur ormanlarıyla kaplı olduğu bir dönemdi. Bu uçsuz bucaksız yeşil; bugün artık var olmayan veya günümüz bitkilerinin ataları olan eğrelti ve eğrelti benzeri bitkilerle ilkin tohumlu bitkilerin dahil olduğu, pek çok farklı grubun oluşturduğu bataklık ormanlarıydı. Bu yoğun bitki örtüsünün hayvan sakinleri olan böcekler, kırkayaklar ve akrepler de çağdaşlarına göre dev boyutlardaydı; omurgalıları ise çok çeşitli iki yaşayışlılar temsil ediyordu. Dönemin sonuna doğru, dev kıta Pangea oluştukça ve buzullar büyüdükçe, çekilen deniz suları ve kuraklaşan iklimle birlikte bitkilerin ve ormanların yapısı değişirken, sürüngenler de yavaş yavaş kendilerini göstermeye başlar.

PERMİYEN

Paleozoiğin Son Dönemi      292 myö-251,4 myöKurak karasal iklim ve Pangea'nın oluşumunun tamamlanması
Bataklık Ormanlarının Yok olması, Açık Tohumluların Yaygınlaşması
Sürüngenlerin Baskın Omurgalı grubu olması


Permiyenin başları, Karboniferden çok da farklı değildi. Karboniferin sonunda kitlesel bir yok oluş yaşanmamış ve tüm ekosistemler Karboniferde gösterdikleri eğilimlerini sürdürüyordu. Denizlerde, temelleri Devoniyende atılan ve Karboniferin başında geçirilen değişimden beri fazlaca bir değişim olmamıştı. Karbonifer buzullarının yol açtığı deniz seviyesi değişimleri, Permiyenin başında da devam ediyor; deniz yaşamı bulduğu her fırsatta yeniden serpiliyordu. Karbonifer bataklık ormanları, ekvatoral kuşakta azalmış da olsa varlığını sürdürdü. Karboniferin sonlarına doğru başlayan, kibrit otu ve at kuyruklarından eğrelti ve tohumlu bitkilere olan kayış devam eder. Kara omurgalıları da kuraklıktan etkilenir. Karboniferin çeşitli ve yaygın iki yaşamlı faunası, azalan sulak alanlarla birlikte geri çekilip yerini sürüngenlere bırakır. Bataklık ormanları Permiyenin ortalarına gelindiğinde artan kuraklığa daha fazla dayanamaz ve yok olur. Karboniferin mevsimsiz, nemli ve ılıman ikliminden geriye hiçbir şey kalmamış, Permiyen sürüngenlerinin yaşamları, onlara yolu açmış olan gece-gündüz sıcaklık farklılıklarının aşırı uçlarda seyrettiği, kurak ve karasal bir iklimde geçiyordu. Pangea'nın oluşum süreci deniz yaşamını da etkilemeye devam ediyordu. Azalan deniz kıyı şeridi ve çekilen sularla, deniz canlılarının yaşama alanları gittikçe azaldı. Kısacası Paleozoik yaşamı zor günler geçiriyordu. Ancak her şey bir uyum süreciyle halledilebilir ve Paleozoik yaşamı aralarından en uygun olanların devam etmesiyle yeniden parıldayabilirdi.



Ne var ki, üç yüz milyon yıldır yeryüzünü kaplayan ve onu biçimlendiren Paleozoik yaşamı için, günlerin sonu çok yakındı. Permiyenin sonu Paleozoik yaşamının da sonu oldu. Büyük yok oluş tüm türlerin %90-95'ini yok etti. Bilim adamları böylesi bir katliama neyin yol açmış olabileceği üzerinde yıllardır tartışıyor. Pek çok kuram arasından öne çıkan, yine bir gök cisminin yolunun yeryüzününkiyle kesişmesi... Anlaşılan o ki dinozorların sonunu getiren de yollarını açan da bir gök cismi olmuş.

biltek.tubitak.gov.tr