KÜRESEL ISINMA, NEDENLERİ, SONUÇLARI
KÜRESEL ISINMA
İnsanlığın yerleşik yaşama geçişinden bu yana, dünya iklimi neredeyse değişmeyen
bir gidiş izliyor; sıcaklıklarda herhangi bir ciddi değişim olmuyor. Bu nedenle
bizler de gerek hava sıcaklıklarının gerekse iklim desenlerinin dünya tarihi
boyunca hep aynı kaldığını, değişmediğini düşünüyoruz. Ne var ki
iklimbilimcilerin bulguları hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Gerçekte dünya
iklim sistemi, durgun bir yapıda olmaktan çok uzak. Yüzlerce milyon yıllık sıcak
dönemler, bunların ardından gelen onlarca milyon yıllık soğuk dönemler; soğuk
dönemlerin içinde yüz bin yıllık periyodlarda ve yaklaşık on bin yıl süren ılık
vahalar ve bunların içinde de onlarca ya da yüzlerce yıl süren görece hafif,
soğuklu sıcaklı birçok dönem var. Kısacası dünya zaman zaman değişen sürelerle
hem ısınıyor hem de sonra yeniden soğuyor.
Örneğin son bir milyar yıl içinde yaklaşık 250 milyon yıl süren sıcak dönemlerin
ardından gelen dört büyük soğuk dönem oldu. Sıcak dönemlerde, dünyanın ortalama
sıcaklığının 22°C kadar olduğu sanılıyor; bugünkünden 7°C daha fazla! Bu
dönemlerde kıtalar bugünkü yerlerine oturmamıştır. Karaların iç bölgelerinde
ılık ve sığ denizlerle bataklıklar vardır; deniz düzeyleri yüksektir, kutuplarda
buz bulunmaz; oraları da bitkiler ve ormanlarla kaplıdır. Bu sıcak dönemler, bir
süre sonra soğuk ama daha kısa süren dönemlerle kesiliyorlar. Bu köklü iklim
değişimi de birkaç yüz yıl gibi kısa bir sürede oluyor.
Gezegenimiz, son olarak, yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme girdi.
Aslında su anda hala onun içindeyiz. Bu dönemde hava sıcaklıkları düştü,
kutuplardan başlayarak orta enlemlere değin uzanan buz tabakaları kapladı
dünyayı. Canlıların doğal yaşam alanları değişti. Yeni koşullara uyum
sağlayamayan türler yok oldu; yeni türler ortaya çıktı. Bu soğuk çağda, yüz bin
yıl arayla görülen ve yaklaşık on bin yıl süren kısa dönemlerin dışında dünya
sürekli soğuk oldu.
Peki bu periyodik ısınma ve soğumaların nedeni nedir? 250 milyon yıllık sıcak ya
da yüz bin yıllık soğuk dönemlere yol açan güçlü etkiler nelerdir?
iklimbilimciler de çok uzun zamandır bu sorulara yanıt arıyorlar, ilk soruya
daha yanıt bulabilmiş değiller. Ancak ikincisi için bazı ipuçları var.
1930'lu yıllarda Sırp bilim adamı Milutin Milankoviç, Dünya'nın Güneş
çevresindeki elips biçimli yörüngesinin, 95 000 yılda bir basıklaştığını
gösterdi. Bu periyod akla hemen, yüz bin yıllık buz çağlarını getiriyor.
Yörüngedeki bu değişimin yanı sıra Milankoviç, Dünya'nın ekseninde de 41 000
yıllık periyodu olan doğrusal bir kayma ile 23 000 yıllık periyodu olan dairesel
bir sapma daha olduğunu buldu. Günümüz bilim adamları Dünya'nın bu hareketlerim
bilmekle birlikte, bunların Dünya'nın değişken iklimiyle olan ilişkisini daha
tam olarak kuramadılar.
Kimi iklimbilimciler, kıta kayma hareketlerinin ve dağ oluşumlarmın iklim
değişimlerinde bir etkisi olabileceğini düşünüyor. Çünkü bu tür hareketler
okyanuslardaki akıntı sistemlerini ve atmosferdeki rüzgarları etkiler. Kimi
bilim adamları da yanardağ etkinliklerindeki periyodik bir aşırılığın iklim
sistemini etkileyebileceğini savunuyorlar. Yanardağ patlamalarıyla atmosfere çok
büyük miktarlarda toz yükselir. Bu tozlar, güneş ışınlarının geçişini engelleyen
bir tabaka oluşturur ve böylece dünyanın sıcaklığı da düşer. 1991'de
Filipinler'deki Pinatubo yanardağının patlaması yüzünden bir yıl boyunca
dünyanın ortalama sıcaklığı 1°C kadar düşmüştü. Bunlardan başka Güneş
lekeleriyle iklim olayları arasında bir ilişki arayan bilim adamları da var.
Gerçekten de Güneş'in manyetik alanındaki değişimler ve Güneş lekeleri, yayılan
enerji miktarını etkiler. Bu da doğal olarak Dünya'nın aldığı enerji miktannın
değişmesine yol açar.
Hava ne zaman birdenbire ısınsa veya soğusa sebebini şıp diye buluyoruz: Küresel
ısınma. Ancak iklimbilimci ve meteoroloji mühendisleri aksi görüşte. Çünkü
küresel ısınma günlük, hatta yıllık hava değişimlerini değil, iklimleri
etkiliyor. İklimin değiştiğini söylemek içinse 100 yıl gözlem yapmak gerekiyor.
Günlük hava durumunda ise rahmetli Ali Esin'in hepimize öğrettiği meşhur alçak
ve yüksek basınç sistemleri etkili. Bunun yanısıra hava kirliliği, şehirleşme ve
Sahra Çölü'nden gelen tozlar da hava sıcaklığını değiştirebiliyor.
Güneşli ve sıcak günlerin bol olduğu bir kış yaşadık. Kalın kazaklar,
eldivenler, atkılar, dolaptan pek çıkarılmadı. Sonra da sıcak günler başladı.
Çoğumuz sıcak havaları küresel ısınmanın sonuçlarına bağladık. Ne de olsa
‘‘dünyanın dengesini bozmuştuk, mevsimler çıldırmıştı.’’
Hemen söyleyelim işin uzmanlarına göre sıcak geçen kış ve birdenbire ısınan veya
soğuyan havaları doğrudan küresel ısınmaya bağlamak doğru değil. Çünkü küresel
ısınma uzun bir süre içinde (100 yıl) geniş alanları hatta tüm dünyayı
etkiliyor. Yani küresel ısınma iklimleri değiştiriyor. Bu yüzden sadece geçen
yıla oranla sıcak bir kış geçti diye ‘‘dünya ısındı, hapı yuttuk’’ denemiyor.
Bizim dikkatimizi çeken günlük hava değişimlerini daha çok basınç sistemleri
belirliyor. Hani rahmetli Ali Esin'in hepimize öğrettiği şu meşhur alçak ve
yüksek basınç sistemleri.
BASINÇ BASTIRIYOR
Meteoroloji Genel Müdürlüğü Hava Tahminleri Daire Başkanlığı Analiz Şube Müdürü
Mehmet Yayvan ‘‘Günlük hava olaylarındaki artış ve azalışları bölgedeki daimi
diyebileceğimiz basınç sistemleri belirler. Türkiye, kuzeyde Sibirya yüksek,
güneyde Basra alçak, batıda Azor yüksek ve doğuda İzlanda alçak basınç
sistemlerinin etkisinde kalıyor. Bu dört ana sistemin biribirlerine etkisi
mevsime göre veya günlük olarak değişiyor. Bu da günlük hava olaylarını
belirler. Ancak bu sistemlerin küresel ısınmadan etkilenmemeleri mümkün değil.
Ama bu etkinin ne oranda günlük hava olaylarına yanısıdığını tahmin etmek çok
zor,’’ diyor.
Sıcaklık değişimlerinde basınç sistemleri dışında etkenler de var. Şehirleşme
bunlardan biri. Meteoroloji Genel Müdürlüğü İklim Değişimi Birimi Sorumlusu Dr.
Murat Türkeş, ‘‘Şehirleşme ısı adası etkisi yapıyor. Beton, asfalt, kaldırımlar,
siyah cisimler ısıyı emiyor ve gece olunca bu ısıyı salıyor. Son yıllarda
yazların bunaltıcı geçmesi, bölgesel sıcaklık artışının yanısıra kentlerdeki
sıcaklık artışı ile de ilgili. Özellikle büyük kentlerin çoğunda ilkbahar ve yaz
minimum sıcaklıklarında büyük artışlar var.’’ Murat Türkeş'e göre şehirler
sadece ısınmaya değil bazen de soğumaya neden oluyor. Güneşten gelen kısa
dalgalı ışınların bir kısmı yere ulaşmadan hava kirleticileri tarafından geri
yansıtılıyor. Böylece hava kirliliği soğutucu bir etki yapıyor.
BU İŞİN NORMALİ YOK
TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Por. Dr. Cemal Saydam ise önceki hafta havaların
birdenbire ısınmasına ilginç bir açıklama getiriyor: ‘‘Sıcak havalar Sahra
Çölü'nden gelen kuvvetli rüzgarlı hava ve ona bağlı tozların eseri.’’ Peki neden
birdenbire ısınıyor veya soğuyor bu havalar, sorusunun cevabını Prof. Saydam
şöyle veriyor: ‘‘Tam bir geçiş dönemindeyiz. Kış dengesinden bahar dengesine
geçerken, böyle ani sıcaklık değişimleri olur. Sıcaklık 30 dereceye de
çıkabilir. Sonra çok düşebilir.’’
Başka kritik bir soru daha: ‘‘Yaşadığımız ani ısınma ve soğumalar normal mi?’’
Hava söz konusu olunca normal diye bir şey yok. İTÜ Meteoroloji Mühendisliği
Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu, ‘‘Bazen meteoroloji raporlarında,
'Bu hafta hava sıcaklıkları mevsim normallerinin altında seyredecektir' denir.
Mevsim normali son otuz yılın aynı gündeki, örneğin 7 Nisan'lardaki
sıcaklıkların ortalaması alınarak bulunur. Yani değişen zaman ve iklim
şartlarıyla birlikte mevsim normalleri de değişir.
Hava sıcaklıklarının bir süre normallerin dışında seyretmesi iklim
değişikliğinin işareti değildir. Sıcaklıkların yıldan yıla değişimini incelersek
zigzaglar çizdiğini görürürüz.’’
Sahra tozlarının önemi
Atmosferdeki karbondioksit tabakası güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasına izin
veriyor ama dünyadan yansıyan ışınların atmosferden çıkmasını engelliyor. Buna
sera etkisi deniyor ve küresel ısınmaya neden oluyor. 1997'de 160 ülkenin
başbakanları tarafından imzalanan Kyoto Protokolü'yle karbondioksit üretimi
azaltılmaya çalışılıyor.
Bu noktada Prof. Dr. Cemal Saydam'ın 1994 yılından bu yana ‘‘Sahra Tozları ve
Tabiat Etkileşimi’’ konusunda yürüttüğü çalışma çok önem kazanıyor. Bu,
İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda ve Türkiye'de 12 ayrı
laboratuvarda yürütülen Avrupa Birliği'nin bir projesi. Bu araştırma belki de
küresel ısınmaya ilişkin tespitleri kökünden değiştirecek. Nedenini Prof. Dr.
Cemal Saydam şöyle anlatıyor: ‘‘Bizim gibi Akdeniz'in kuzeyindeki ülkeler doğal
karbondioksit artışından da etkileniyor. Sahra Çölü'nden tozlu hava gelince
karbondioksit artıyor. Oysa Sahra'da endüstri yok. Karbondioksit oluşumuna Sahra
tozunun bulut içinde bir takım kimyasal reaksiyonlara girmesi neden oluyor.
Araştırma sonuçlandığında doğal karbondioksit oluşumunun oranı ve etkisi tespit
edilmeden Kyoto Anlaşması'nın yaptırımlarının uygulanamayacağını göstereceğiz.
Ama yine de bu araştırma safhasında olan bir görüş.’’
İKLİMDE FELAKET SENARYOLARI
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu
Türkiye ikliminin geleceğine projeksiyon yaptı. İşte kara gerçekler:
2030'UN KURAK ÜLKESİ TÜRKİYE
Küresel İklim Modelleri ile yapılan projeksiyonlara göre 2030 yılında
Türkiye'nin büyük kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek.
Sıcaklıklar kışın 2, yazın ise 2 ila 3 derece artacak. Bununla birlikte Dünya'da
olduğu gibi Türkiye'de de özellikle gece sıcaklıklarında önemli artışların
olduğu belirlendi.
DENİZLER YÜKSELECEK
Küresel ısınmanın sonucu, ısınarak genişleyen deniz suları ile birlikte kutup ve
dağ buzullarındaki erime nedeniyle deniz suyu seviyeleri yükseliyor. Deniz
seviyelerindeki yükselme bu yüzyılın sonuna kadar 65-100 cm'ye ulaşabilecek.
SAHİLLER KAYBOLACAK
Deniz su seviyesinin yılda bir kaç mm yükselmesi, büyük bir tehlike gibi
görünmese de, çok önemli bir değer. Bruun Kuralı'na göre deniz seviyesinin
yükselmesi erozyona neden olur. Deniz ne kadar yükselirse bunun 100 katı kadar
uzunluktaki bir sahil erozyona uğrar. Örneğin ABD'nin Atlantik Okyanusu
kıyılarında yükselme yılda 4 mm'dir. Böylece 10 yılda deniz seviyesi 4 cm
yükselirken kaybedilen sahil 4 metredir.
TUZLU DENİZ TATLI SUYA KARIŞACAK
Diğer Akdeniz ülkeleri gibi Türkiye için de en büyük problem, deniz
seviyelerindeki yükselmeler olacak. Turistik plajlar ve yat limanları
kullanılmaz hale gelebilecek. Tuzlu deniz suyu, nehirler ve yeraltı suları gibi,
tatlı su kaynaklarını da yok edebilir. Ayrıca kıyı şeridinde ve deltalardaki
tarım alanları da kullanılmaz hale gelebilir. Kıyılarda konut ve balık üretimi
kaybı da görülebilir.
Dünyada 31 tane doğal afet var. Kuraklık bu listede ilk sırada ve Türkiye'de son
yılların en önemli kuraklığı yaşanıyor. Kuraklığın nedeni konusunda iki ayrı
yorum var: Birincisi yaşadığımızın 10-15 yılda bir tekrar eden olağan bir afet
olduğu. İkincisi ise Türkiye'nin küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklaştığı...
Ama nedenleri konusunda anlaşamasalar bile, uzmanlar bu konuda ulusal bir
koordinasyon merkezi kurulması ve afet planı yapılması konusunda görüş birliği
içinde.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü Hidrometeoroloji Şube Müdürü Ahmet Uçar, Türkiye'de
son iki yıldır kurak bir dönem yaşandığını söyledi: "1970-1974 ile 1989-1990
arasında Türkiye'de kurak dönemler yaşandı. Türkiye kuzeyden ve güneyden iki
farklı hava kütlesinin etkisi altında. Kuzeyden ve Balkanlar'dan gelen hava
kütlesi Karadeniz kıyılarını etkiler ve o bölgeye fazla yağış bırakır. Ancak bu
hava kütlesi iç kesimleri etkilemez. O nedenle kuzeyden ve Balkanlar'dan gelen
hava dalgasının hâkim olduğu yıllarda ülkemizde kuraklık olur.
Orta Akdeniz üzerinden gelen hava dalgasının hâkim olduğu yıllarda ise
Türkiye bol yağış alır." Bu tip kuraklık dönemlerinin Türkiye'de 10-15 yılda bir
sürekli yaşandığını söyleyen Uçar'a göre 2001 yılı sonundan itibaren kuraklık
Türkiye'yi terk edecek.
'HAZIRLIKSIZ YAKALANDIK'
Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı Çetin Gül'e göre ise, kuraklığın özel bir
nedeni yok, ama Türkiye üç yıldır bu sürece girdi. Gül, "Tüm dünyada iklim
değişikliklerinin yaşandığı kabul edilir gerçek. Ama Türkiye'de yaşanan
kuraklığı buna bağlamak doğru olmaz. Küresel ısınmanın etkisi olsa da bilimsel
olarak bunu ispatlayamayız" dedi. Kuraklık konusunda teknik deneyimin
olmamasından yakınan Gül, "Ülkemiz belirgin bir şekilde enerji krizi ve susuzluk
tehlikesiyle karşı karşıya kalmış durumda. Türkiye kuraklığa hazırlıksız
yakalandı" dedi.
'NORMAL HAVA YOKTUR'
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Miktad Kadıoğlu da
kuraklığın her şeyden önce doğa kanunu olduğunu söyledi:
"Kuraklık dünyada kabul edilen 31 doğal afet arasında birinci sırada. Çünkü
kuraklık kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olan yavaş gelişen en sinsi, en
tehlikeli doğal afettir. Normal hava şartları diye bir şey yoktur. Kuraklık,
normal ve bilinen atmosferik sistemler tarafından geçmişte hep oluşturulmuş ve
gelecekte de oluşturulmaya devam edilecek. Türkiye'de kuraklık konusunda artık
kriz yönetimi yerine gerektiğinde risk yönetimi uygulanmalıdır."
ARTIK İKLİMLER DEĞİŞTİ
Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Mühendisi Adil Tek'e göre Türkiye'deki
kuraklığın nedeni küresel ısınma. Tek, kutuplardaki buzulları eriten ve bütün
dünyada hissedilir iklim değişikliğine yol açan küresel ısınmanın Türkiye'yi de
etkisi altına aldığını söylüyor. Tek, Türkiye'de iç kesimlerde kuraklığın
artmasını ve Karadeniz'de yağışların artmasını da küresel ısınmaya bağlı iklim
değişikliği oluşmasına bağlıyor.
Atmosferin genel olarak ısınması 'küresel ısınma' olarak tanımlanıyor. Küresel
ısınma atmosferdeki karbondioksit, metan azotoksit, ozon ve kloroflorokarbon
gazlarına bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu gazların artması ise atmosferi
ısıtıyor, sıcaklık yükselmesinden dolayı atmosferde iklim değişimi meydana
geliyor.
Fosil yakıtların yanması, ormanların yok edilmesi, endüstriyel etkinlikler gibi
insan aktiviteleri beraberinde 'sera gazları' denilen karbondioksit, metan, ozon
ve diazat monoksit gibi gazların atmosferde artmasına yol açıyor.
YAĞIŞ AZ ISI YÜKSEK BARAJLAR BOŞ
Türkiye'de barajlardaki su seviyesi, geçen yıllara göre yüzde 40 daha az.
· Türkiye'nin yüzde 70'inde yağışlar normalin altında seyrediyor.
Sıcaklıklar her yerde mevsim normallerinin üstünde.
* Kuraklık en çok Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'yu etkiledi. Devlet
Meteoroloji İşleri raporlarına göre; 2000 yılında yağışlar önceki yıllara göre,
İç Anadolu'da yüzde 5, Akdeniz ve Marmara'da yüzde 10, Ege'de yüzde 18,
Güneydoğu Anadolu'da yüzde 16 ve Doğu Anadolu'da yüzde 20 azaldı, Karadeniz
Bölgesi'nde ise yüzde 7 oranında arttı.
* Ankara'nın içme suyu ihtiyacını sağlayan Kurtboğazı kuraklıktan en çok
etkilenen baraj. Su seviyesi tehlikeli sınırda. Barajın çevresindeki toprak ise
derin çatlaklarla dolu.
* Dicle Nehri'nde Kralkızı ve Dicle baraj santrallerinde çalışma durdu. Yıllık
üretim kapasiteleri toplam 280 milyon kilovatsaate ulaşan barajlar bölgenin su
ihtiyacını karşılayan en önemli iki kaynak.
* Orta Anadolu'da bazı yerleşim birimlerine son 4-5 aydan beri yağmur düşmedi.
Altı aydan beri yağış almayan Konya'nın Seydişehir ilçesinde çiftçi-ler artık
her cuma günü yağmur duasına çıkıyor.
* Türkiye'nin sebze ve meyve ihtayacının büyük bölümünü karşılayan Bursa Ovası
susuz kaldı. Su ihtiyacını karşılayan Doğancı Barajı'nda baraj kapakları
görünüyor. Hububat üretiminde yüzde 50, sebze ve meyvelerde büyük oranda zarar
var.
· Türkiye daha önce 1970-1974 ile 1989-1999 arasında kuraklık yaşamıştı.
Son yılların en sıcak kışını yaşıyor Türkiye. İstanbul’da güneş, sahneden
çekilmemekte ısrarlı. Yağmur yağsa bile sıcaklık kışa yakışır şekilde düşmüyor.
Yoksa uzun süredir canhıraş bağıran çevreciler haklı mı? Global ısınma yüzünden
çok zor günler mi bekliyor insanlığı?
Salt Türkiye değil, dünyanın pek çok yerinde iklim tepetaklak oldu. Geçtiğimiz
yıl, birçok ülkede insanlar sel, hortum, fırtına, kuraklık gibi - doğal olduğu
şüpheli- afetlerle karşı karşıya kaldı. Kanada’yı hortum vurdu, Alaska’da ilk
kez fırtına çıktı... Hindistan, Bangladeş, Kolombiya, İtalya ve İsviçre’yi sel
götürdü; Ortadoğu, Orta Asya kuraklıktan kavruldu.
Yapılan ölçümler dünyanın ısındığını gösteriyor! Az sayıdaki bilim adamı, global
ısınmanın ardında, henüz vâkıf olunamayan doğal süreçleri olduğuna inanıyorsa
da; büyük çoğunluk, sanayileşme sonucu açığa çıkan karbondioksit ve metan
gazının küresel ısınmada başrolü oynadığında hemfikir.
Ortalama sıcaklıktaki birkaç derecelik oynamanın tam olarak nelere neden olacağı
konusunda da fikir birliği henüz yok. Ama bilinen o ki, iklimdeki bu değişiklik,
insanlık için pek de hayırlara vesile olmayacak.
Sel, kuraklık, hortum gibi felaketlerin iklimdeki bu değişikliğin bir sonucu
olduğu aşikar. Hatta orman yangınlarının sayısında yaşanan patlama da küresel
ısınmayla ilişkilendiriliyor. Ortalama küresel sıcaklığın 5 derece yükselmesi,
sıtmadan ölen insan sayısında patlama yaşanacak anlamına geliyor.
Avrupa Birliği bünyesinde yürütülen "Permafrost ve Avrupa’da İklim" projesi, Alp
Dağları’ndaki buz kütlelerinin eridiğini ortaya koydu. Afrika’daki Klimanjaro
Dağı’nın durumu da pek parlak değil. Bizim mütevazı Uludağ’da da kar yoktu
geçtiğimiz bayram tatilinde. Bu erime, birtakım insanların kayak zevkinden
mahrum kalmasından çok daha büyük bir tehlikeye işaret ediyor: Toprak kayması ve
çığ...
ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Grönland’da eriyen buzların, yılda
4.5 trilyon litre suyun oluşmasına yol açtığını açıkladı. Ortaya çıkan bu fazla
su nereye akıyor peki? Yapılan ölçümler, deniz seviyesinin yükseldiğini
gösteriyor.
Buzulların erimesi sonucu artan deniz suyu seviyesinin, pek yakında üzerinde
yerleşim olan karaların su altında kalmasına neden olacağı düşünülüyor.
Sanayileşmiş ülkelerin atmosfere verdiği sera gazlarının sonuçlarına,
okyanustaki küçük ada devletler katlanacak önce. Milyonlarca insanın evsiz
kalması anlamına geliyor bu. Küresel ısınmanın birinci derecede suçlusu kabul
edilen ABD bile, son kertede kendini kurtaramayacak. Çevre örgütü Pew Center’a
göre, ABD kıyılarındaki 23 bin 700 kilometrekare, yani neredeyse Trakya
büyüklüğünde bir alan sulara gömülecek.
Deniz seviyesinin yükselmesinin bir diğer sonucu da, kıyılara yakın tatlı su
kaynaklarındaki tuz oranının artması. Yani küresel ısınma, içme ve sulama suyu
sıkıntısına neden olacak.
Küresel ısınma dünyanın geri kalanında deniz suyunun yükselmesine neden oluyor
olabilir, ancak Akdeniz’de durum biraz farklı. Akdeniz’in su seviyesi, düşüyor.
Akdeniz’de su seviyesi her yıl 1.4 milimetre azalırken, Karadeniz’de yılda 1.2
milimetre artıyor. Britanya Southampton Okyanus Bilimleri Merkezi’nden Dr.
Michael Tsimplis, farklı iklim etkilerine ve barajlar nedeniyle Akdeniz
suyundaki tuz oranının artmasına bağlıyor bu durumu. Hazır yeri gelmişken,
enerji üretiminde "en çevreci" yöntemin barajlar olduğu da hayli tartışmalı.
Baraj havzası, bitki örtüsünün çürümesine yol açarak büyük miktarlarda sera
gazının atmosfere verilmesine neden oluyor çünkü. Küresel ısınmada barajların
payı inkar edilemez yani. Baraj yapımında rekora koşan Türkiye’nin bu konuyu
daha kapsamlı araştırmasında fayda var.
BAZILARI SICAK SEVER
Küresel ısınma insanlığın devamı açısından tehlike çanlarının çalmasına neden
oluyor. Ama aslında, dünya yüzeyinin ısınmasından karlı çıkan canlılar da yok
değil. Bazı türler, bu ısınmaya paralel değişiklikler geçirmeyi beceriyor.
Science dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Norveç’te yaşayan dipper’lar
iklimdeki değişiklikten çok memnun mesela. Karbon döngüsüyle yaşayan bitkilerin
de, atmosferdeki karbonun artmasından yararlı çıkacakları aşikar.
Zenginleşmek için sanayileşiyor, rüzgar ve güneş gibi temiz enerji kaynakları
yerine fosil yakıtlar kullanmaya devam ediyoruz. Oysa pek yakında, tüm
servetimiz bile, bir damla içme suyu satın alamayacak. Küresel ısınmaya karşı
şimdiden önlem almak, yaraları sarmaktan çok daha kolay. Üstelik kesinlikle daha
ucuz!
KÜRESEL ISINMA NEDİR?
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda
dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Sera etkisinin
artması, atmosferin üst bölümünün yani stratosferin soğumasına, alttaki
troposferin ise ısınmasına yol açıyor.
SERA ETKİSİ DOĞAL
Sera etkisi doğal bir süreç aslında. Sera etkisi, dünyada yaşam olması için
gereken sıcaklığı sağlıyor.
• Su buharı, karbondioksit ve metan gazı, dünyanın üzerinde doğal bir örtü
oluşturuyor. Ancak fosil yakıtların kullanılması ve ormanların yok edilmesi, bu
örtüyü oluşturan gazların, atmosferde normalin çok üzerine çıkmasına neden oldu.
• Dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları,
tekrar atmosfere yansıtıyor.
• Dünyaya ulaşan güneş enerjisinin yaklaşık yüzde 70’i, böylece tekrar uzaya
gönderlmiş oluyor. Ancak bazı infrared ışınlar, sera gazları tarafından
tutuluyor. Bu da atmosferin, ısınmasına neden oluyor.
• Sera etkisi, dünyanın yeterince sıcak olmasını sağlıyor. Ancak bazı bilim
adamları, insan tarafından fazla miktarda sera gazının atmosfere verilmesinin bu
karmaşık dengeyi zedelediği ve küresel ısınmaya neden olduğu görüşünde.
GLOBAL ISINMA MI, NÜKLEER KIŞ MI?
Dünyanın geleceğine ilişkin kehanetler muhtelif. Bazı bilim adamlarına göre,
global ısınmadan çekinmemize gerek yok, zaten pek yakında donarak öleceğiz.
Nasıl mı? Süpervolkan diye bir şey var. Bunlar aslında dağ değil, bir nevi alçak
basınç alanı ya da büyük ve sıkışmış kraterler olarak tanımlanabilir.
Jeologlar, er ya da geç, bir süpervolkanın patlayacağını ve bu patlamanın
yarıkürede, hatta global düzeyde, sıcaklığı önemli ölçüde düşüreceğini
söylüyorlar. ABD’de Yellowstone Milli Parkı’nda bulunan bir volkanın
patlamasının geciktiği belirtiliyor. Yellowstone’un 600 bin yılda bir harekete
geçtiği sanılıyor. Son patlamanın üzerinden ise 640 bin yıl geçti.
Eskiden madenciler, madene beraberlerinde bir kanarya indirirdi. Çünkü kuşun
fenalaşması, havadaki metan gazının arttığının habercisiydi. Şimdi de hızla yok
olan narin kuş türleri, bize atmosferimizin kimyasal bileşimin iyice bozulduğunu
göstermekte. Sadece İngiltere’de son 25 yılda 22 milyon çift kuşun, 17 milyon
çifti yok oldu.
Küresel ısınma ve iklim değişimi; seller, kuraklık, insan, hayvanlar ve tarım
kuşaklarının yer değiştirmesi, kutuplardaki buzulların erimesi ve deniz su
seviyelerinin yükselmesi gibi dünya üzerindeki tüm canlı yaşamı için birçok
tehlike oluşturuyor.
En büyük doğal afet olan kuraklığın etkisi; en fazla, suya talebin en yüksek
olduğu zamanlar hissedilir. Nüfus arttıkça ihtiyaç duyduğumuz su miktarı da
artıyor. Ama gelişmiş ülkelerdeki gibi, köy, kasaba, şehir ve ülke bazında
kuraklık ile mücadele ve su kaynaklarımızın yönetimi için "kuraklık mücadele
planlarını" geliştirebilmiş değiliz.
Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli’ne (IPCC) göre 1990’da Türkiye’de yılda
kişi başına düşen su miktarı 3 bin 70 metreküp. Fakat bu suyun büyük bir kısmı,
ihtiyaç olan yerlerde değil. İklim şartlarının değişmeyeceğini kabul etsek bile,
sadece nüfus artışı nedeniyle 2050’de Türkiye’de bu miktar 1240 metreküp
olacaktır.
Artan nüfus ve küresel iklim değişimi sonucu daha kurak bir iklime sahip
olacağımız göz önüne alındığında 2050’de Türkiye’de bir yılda kişi başına düşen
su miktarı 700 ila 1910 metreküp arasında olacak. Yani su fakiri bir ülke
olacağız.
Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri deniz kıyılarındaki 60 kilometrelik alanda
yaşıyor. IPCC tahminlerine göre 2100 yılına kadar deniz su seviyesindeki artış
40 ila 65 cm arasında olacaktır. Bu durumda adalarda, kıyı şeritlerinde, kıyı
şehirlerinde ve nehir yataklarında yaşayanlar ile birlikte balıkçılık ile ve
kıyılarda turizm tesisi işleten ve tarım yaparak geçimini sağlayanlar, yerleşim
ve geçim alanlarını kaybedebilecektir.
KÜRESEL ISINMA GÖÇ NEDENİ
Günümüzde de kuraklık, ekolojik bozulma ve çevre tahribatı ile birlikte küresel
iklim değişiminin sonuçlarına bağlı olarak mülteci sayısındaki artış da
hızlanmakta. Belirli bir iklimin ve bitki örtüsünün bulunduğu şartlarda
yaşayabilen insan ve birçok hayvan, ekolojik şartların değişmesi ile ya yok
olmakta, ya da yaşamını sürdürebileceği bölgelere göç etmektedir.
Bugünlerde Türkiye üzerinden Avrupa’ya kaçmaya çalışan göçmenlerin büyük bölümü
Afrika ve Asya’da iç savaş ve/veya kuraklık, salgın hastalık ve kıtlığın
pençesindeki ülkelerin vatandaşlarıdır.
1992’de Rio de Janeiro’da "Küresel düşün, yerel hareket et" ilkesinin eyleme
geçirilebilmesi için dünya bir araya toplanmıştı. 1997 yılında Kyoto Protokolü
ile endüstrileşmiş ülkeler için sera gazları emisyonlarının azaltılmasına
yönelik hedefler belirlendi. Bu hedeflere ulaşma yöntemlerini belirlemek için
Lahey’de 13-25 Kasım 2000 tarihleri arasında bir araya gelmişti.
Lahey’de iklim görüşmelerinin çıkmaza girmesine ABD’nin, Kyoto anlaşmasının
"karbon lavabosu" kullanma hakkını verdiğini iddia etmesi ve sera gazlarını
azaltmak yerine üçüncü dünya ülkelerine "ağaç dikmek", henüz karbondioksit
üretimi düşük olan gelişmekte olan ülkelerin "haklarını satın almak" ve
hayvanların metan gazı üretmesini engellemek için "gaz yapmayan yem" üretmek
gibi yollar "enteresan" önermesi neden oldu.
Öyle görülüyor ki endüstrileşmiş ülkeler 21. yüzyılın en büyük çevre problemini
önlemeye yönelik bir şeyler yapmak için pek gönüllü değil. Bu durumda bizim gibi
gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesinin vatandaşları için en kötü ihtimali
düşünüp küresel iklim değişimi ile birlikte yaşamayı öğrenmekten başka bir yol
görünmüyor.
KÜRESEL ISINMANIN NEDENLERİ
Hava koşullarının uzun bir zaman kesiti içinde ortalama durumu iklim olarak
tanımlanır. Dünya son bir milyar yıl içinde yaklaşık ikiyüzelli milyon yıl süren
sıcak dönemler ve bunların ardından gelen dört büyük soğuk dönem geçirmiştir.
Dünya yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme daha girmiş, bu dönemde
yüzbin yılda bir on bin yıl süreyle görülen sıcak dönemlerin haricinde soğuma
eğilimi göstermiştir. Şu an bu sıcak dönemlerden biri yaşanmaktadır. Dört bin
yıl önce başlayan sıcaklık düşüşleri sonucunda Dünya'nın soğuma eğiliminin
artması beklenmekteydi fakat bu artış son yüzelli yıldır gerçekleşmemiştir.
Güneş gibi doğal etkenlerle büyüyen bu artışın nedeni, özellikle son dönemlerde,
büyük ölçüde insan kaynaklı olan sera etkisiyle oluşan küresel ısınmadır.
İnsanlığın yerleşik yaşama geçişinden bu yana, dünya iklimi neredeyse değişmeyen
bir gidiş izliyor; sıcaklıklarda herhangi bir ciddi değişim olmuyor. Bu nedenle
bizler de gerek hava sıcaklıklarının gerekse iklim desenlerinin dünya tarihi
boyunca hep aynı kaldığını, değişmediğini düşünüyoruz. Ne var ki
iklimbilimcilerin bulguları hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Gerçekte dünya
iklim sistemi, durgun bir yapıda olmaktan çok uzak. Yüzlerce milyon yıllık sıcak
dönemler, bunların ardından gelen onlarca milyon yıllık soğuk dönemler; soğuk
dönemlerin içinde yüz bin yıllık periyodlarda ve yaklaşık on bin yıl süren ılık
vahalar ve bunların içinde de onlarca ya da yüzlerce yıl süren görece hafif,
soğuklu sıcaklı birçok dönem var. Kısacası dünya zaman zaman değişen sürelerle
hem ısınıyor hem de sonra yeniden soğuyor.
Örneğin son bir milyar yıl içinde yaklaşık 250 milyon yıl süren sıcak dönemlerin
ardından gelen dört büyük soğuk dönem oldu. Sıcak dönemlerde, dünyanın ortalama
sıcaklığının 22°C kadar olduğu sanılıyor; bugünkünden 7°C daha fazla! Bu
dönemlerde kıtalar bugünkü yerlerine oturmamıştır. Karaların iç bölgelerinde
ılık ve sığ denizlerle bataklıklar vardır; deniz düzeyleri yüksektir, kutuplarda
buz bulunmaz; oraları da bitkiler ve ormanlarla kaplıdır. Bu sıcak dönemler, bir
süre sonra soğuk ama daha kısa süren dönemlerle kesiliyorlar. Bu köklü iklim
değişimi de birkaç yüz yıl gibi kısa bir sürede oluyor.
Gezegenimiz, son olarak, yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme girdi.
Aslında su anda hala onun içindeyiz. Bu dönemde hava sıcaklıkları düştü,
kutuplardan başlayarak orta enlemlere değin uzanan buz tabakaları kapladı
dünyayı. Canlıların doğal yaşam alanları değişti. Yeni koşullara uyum
sağlayamayan türler yok oldu; yeni türler ortaya çıktı. Bu soğuk çağda, yüz bin
yıl arayla görülen ve yaklaşık on bin yıl süren kısa dönemlerin dışında dünya
sürekli soğuk oldu.
Peki bu periyodik ısınma ve soğumaların nedeni nedir? 250 milyon yıllık sıcak ya
da yüz bin yıllık soğuk dönemlere yol açan güçlü etkiler nelerdir?
iklimbilimciler de çok uzun zamandır bu sorulara yanıt arıyorlar, ilk soruya
daha yanıt bulabilmiş değiller. Ancak ikincisi için bazı ipuçları var.
1930'lu yıllarda Sırp bilim adamı Milutin Milankoviç, Dünya'nın Güneş
çevresindeki elips biçimli yörüngesinin, 95 000 yılda bir basıklaştığını
gösterdi. Bu periyod akla hemen, yüz bin yıllık buz çağlarını getiriyor.
Yörüngedeki bu değişimin yanı sıra Milankoviç, Dünya'nın ekseninde de 41 000
yıllık periyodu olan doğrusal bir kayma ile 23 000 yıllık periyodu olan dairesel
bir sapma daha olduğunu buldu. Günümüz bilim adamları Dünya'nın bu hareketlerim
bilmekle birlikte, bunların Dünya'nın değişken iklimiyle olan ilişkisini daha
tam olarak kuramadılar.
Kimi iklimbilimciler, kıta kayma hareketlerinin ve dağ oluşumlarmın iklim
değişimlerinde bir etkisi olabileceğini düşünüyor. Çünkü bu tür hareketler
okyanuslardaki akıntı sistemlerini ve atmosferdeki rüzgarları etkiler. Kimi
bilim adamları da yanardağ etkinliklerindeki periyodik bir aşırılığın iklim
sistemini etkileyebileceğini savunuyorlar. Yanardağ patlamalarıyla atmosfere çok
büyük miktarlarda toz yükselir. Bu tozlar, güneş ışınlarının geçişini engelleyen
bir tabaka oluşturur ve böylece dünyanın sıcaklığı da düşer. 1991'de
Filipinler'deki Pinatubo yanardağının patlaması yüzünden bir yıl boyunca
dünyanın ortalama sıcaklığı 1°C kadar düşmüştü. Bunlardan başka Güneş
lekeleriyle iklim olayları arasında bir ilişki arayan bilim adamları da var.
Gerçekten de Güneş'in manyetik alanındaki değişimler ve Güneş lekeleri, yayılan
enerji miktarını etkiler. Bu da doğal olarak Dünya'nın aldığı enerji miktannın
değişmesine yol açar.
Hava ne zaman birdenbire ısınsa veya soğusa sebebini şıp diye buluyoruz: Küresel
ısınma. Ancak iklimbilimci ve meteoroloji mühendisleri aksi görüşte. Çünkü
küresel ısınma günlük, hatta yıllık hava değişimlerini değil, iklimleri
etkiliyor. İklimin değiştiğini söylemek içinse 100 yıl gözlem yapmak gerekiyor.
Günlük hava durumunda ise rahmetli Ali Esin'in hepimize öğrettiği meşhur alçak
ve yüksek basınç sistemleri etkili. Bunun yanısıra hava kirliliği, şehirleşme ve
Sahra Çölü'nden gelen tozlar da hava sıcaklığını değiştirebiliyor.
Güneşli ve sıcak günlerin bol olduğu bir kış yaşadık. Kalın kazaklar,
eldivenler, atkılar, dolaptan pek çıkarılmadı. Sonra da sıcak günler başladı.
Çoğumuz sıcak havaları küresel ısınmanın sonuçlarına bağladık. Ne de olsa
‘‘dünyanın dengesini bozmuştuk, mevsimler çıldırmıştı.’’
Hemen söyleyelim işin uzmanlarına göre sıcak geçen kış ve birdenbire ısınan veya
soğuyan havaları doğrudan küresel ısınmaya bağlamak doğru değil. Çünkü küresel
ısınma uzun bir süre içinde (100 yıl) geniş alanları hatta tüm dünyayı
etkiliyor. Yani küresel ısınma iklimleri değiştiriyor. Bu yüzden sadece geçen
yıla oranla sıcak bir kış geçti diye ‘‘dünya ısındı, hapı yuttuk’’ denemiyor.
Bizim dikkatimizi çeken günlük hava değişimlerini daha çok basınç sistemleri
belirliyor. Hani rahmetli Ali Esin'in hepimize öğrettiği şu meşhur alçak ve
yüksek basınç sistemleri.
BASINÇ BASTIRIYOR
Meteoroloji Genel Müdürlüğü Hava Tahminleri Daire Başkanlığı Analiz Şube Müdürü
Mehmet Yayvan ‘‘Günlük hava olaylarındaki artış ve azalışları bölgedeki daimi
diyebileceğimiz basınç sistemleri belirler. Türkiye, kuzeyde Sibirya yüksek,
güneyde Basra alçak, batıda Azor yüksek ve doğuda İzlanda alçak basınç
sistemlerinin etkisinde kalıyor. Bu dört ana sistemin biribirlerine etkisi
mevsime göre veya günlük olarak değişiyor. Bu da günlük hava olaylarını
belirler. Ancak bu sistemlerin küresel ısınmadan etkilenmemeleri mümkün değil.
Ama bu etkinin ne oranda günlük hava olaylarına yanısıdığını tahmin etmek çok
zor,’’ diyor.
Sıcaklık değişimlerinde basınç sistemleri dışında etkenler de var. Şehirleşme
bunlardan biri. Meteoroloji Genel Müdürlüğü İklim Değişimi Birimi Sorumlusu Dr.
Murat Türkeş, ‘‘Şehirleşme ısı adası etkisi yapıyor. Beton, asfalt, kaldırımlar,
siyah cisimler ısıyı emiyor ve gece olunca bu ısıyı salıyor. Son yıllarda
yazların bunaltıcı geçmesi, bölgesel sıcaklık artışının yanısıra kentlerdeki
sıcaklık artışı ile de ilgili. Özellikle büyük kentlerin çoğunda ilkbahar ve yaz
minimum sıcaklıklarında büyük artışlar var.’’ Murat Türkeş'e göre şehirler
sadece ısınmaya değil bazen de soğumaya neden oluyor. Güneşten gelen kısa
dalgalı ışınların bir kısmı yere ulaşmadan hava kirleticileri tarafından geri
yansıtılıyor. Böylece hava kirliliği soğutucu bir etki yapıyor.
BU İŞİN NORMALİ YOK
TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Por. Dr. Cemal Saydam ise önceki hafta havaların
birdenbire ısınmasına ilginç bir açıklama getiriyor: ‘‘Sıcak havalar Sahra
Çölü'nden gelen kuvvetli rüzgarlı hava ve ona bağlı tozların eseri.’’ Peki neden
birdenbire ısınıyor veya soğuyor bu havalar, sorusunun cevabını Prof. Saydam
şöyle veriyor: ‘‘Tam bir geçiş dönemindeyiz. Kış dengesinden bahar dengesine
geçerken, böyle ani sıcaklık değişimleri olur. Sıcaklık 30 dereceye de
çıkabilir. Sonra çok düşebilir.’’
Başka kritik bir soru daha: ‘‘Yaşadığımız ani ısınma ve soğumalar normal mi?’’
Hava söz konusu olunca normal diye bir şey yok. İTÜ Meteoroloji Mühendisliği
Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu, ‘‘Bazen meteoroloji raporlarında,
'Bu hafta hava sıcaklıkları mevsim normallerinin altında seyredecektir' denir.
Mevsim normali son otuz yılın aynı gündeki, örneğin 7 Nisan'lardaki
sıcaklıkların ortalaması alınarak bulunur. Yani değişen zaman ve iklim
şartlarıyla birlikte mevsim normalleri de değişir.
Hava sıcaklıklarının bir süre normallerin dışında seyretmesi iklim
değişikliğinin işareti değildir. Sıcaklıkların yıldan yıla değişimini incelersek
zigzaglar çizdiğini görürürüz.’’
Sahra tozlarının önemi
Atmosferdeki karbondioksit tabakası güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasına izin
veriyor ama dünyadan yansıyan ışınların atmosferden çıkmasını engelliyor. Buna
sera etkisi deniyor ve küresel ısınmaya neden oluyor. 1997'de 160 ülkenin
başbakanları tarafından imzalanan Kyoto Protokolü'yle karbondioksit üretimi
azaltılmaya çalışılıyor.
Bu noktada Prof. Dr. Cemal Saydam'ın 1994 yılından bu yana ‘‘Sahra Tozları ve
Tabiat Etkileşimi’’ konusunda yürüttüğü çalışma çok önem kazanıyor. Bu,
İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda ve Türkiye'de 12 ayrı
laboratuvarda yürütülen Avrupa Birliği'nin bir projesi. Bu araştırma belki de
küresel ısınmaya ilişkin tespitleri kökünden değiştirecek. Nedenini Prof. Dr.
Cemal Saydam şöyle anlatıyor: ‘‘Bizim gibi Akdeniz'in kuzeyindeki ülkeler doğal
karbondioksit artışından da etkileniyor. Sahra Çölü'nden tozlu hava gelince
karbondioksit artıyor. Oysa Sahra'da endüstri yok. Karbondioksit oluşumuna Sahra
tozunun bulut içinde bir takım kimyasal reaksiyonlara girmesi neden oluyor.
Araştırma sonuçlandığında doğal karbondioksit oluşumunun oranı ve etkisi tespit
edilmeden Kyoto Anlaşması'nın yaptırımlarının uygulanamayacağını göstereceğiz.
Ama yine de bu araştırma safhasında olan bir görüş.’’
İKLİMDE FELAKET SENARYOLARI
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu
Türkiye ikliminin geleceğine projeksiyon yaptı. İşte kara gerçekler:
2030'UN KURAK ÜLKESİ TÜRKİYE
Küresel İklim Modelleri ile yapılan projeksiyonlara göre 2030 yılında
Türkiye'nin büyük kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek.
Sıcaklıklar kışın 2, yazın ise 2 ila 3 derece artacak. Bununla birlikte Dünya'da
olduğu gibi Türkiye'de de özellikle gece sıcaklıklarında önemli artışların
olduğu belirlendi.
DENİZLER YÜKSELECEK
Küresel ısınmanın sonucu, ısınarak genişleyen deniz suları ile birlikte kutup ve
dağ buzullarındaki erime nedeniyle deniz suyu seviyeleri yükseliyor. Deniz
seviyelerindeki yükselme bu yüzyılın sonuna kadar 65-100 cm'ye ulaşabilecek.
SAHİLLER KAYBOLACAK
Deniz su seviyesinin yılda bir kaç mm yükselmesi, büyük bir tehlike gibi
görünmese de, çok önemli bir değer. Bruun Kuralı'na göre deniz seviyesinin
yükselmesi erozyona neden olur. Deniz ne kadar yükselirse bunun 100 katı kadar
uzunluktaki bir sahil erozyona uğrar. Örneğin ABD'nin Atlantik Okyanusu
kıyılarında yükselme yılda 4 mm'dir. Böylece 10 yılda deniz seviyesi 4 cm
yükselirken kaybedilen sahil 4 metredir.
TUZLU DENİZ TATLI SUYA KARIŞACAK
Diğer Akdeniz ülkeleri gibi Türkiye için de en büyük problem, deniz
seviyelerindeki yükselmeler olacak. Turistik plajlar ve yat limanları
kullanılmaz hale gelebilecek. Tuzlu deniz suyu, nehirler ve yeraltı suları gibi,
tatlı su kaynaklarını da yok edebilir. Ayrıca kıyı şeridinde ve deltalardaki
tarım alanları da kullanılmaz hale gelebilir. Kıyılarda konut ve balık üretimi
kaybı da görülebilir.
Dünyada 31 tane doğal afet var. Kuraklık bu listede ilk sırada ve Türkiye'de son
yılların en önemli kuraklığı yaşanıyor. Kuraklığın nedeni konusunda iki ayrı
yorum var: Birincisi yaşadığımızın 10-15 yılda bir tekrar eden olağan bir afet
olduğu. İkincisi ise Türkiye'nin küresel ısınmaya bağlı olarak kuraklaştığı...
Ama nedenleri konusunda anlaşamasalar bile, uzmanlar bu konuda ulusal bir
koordinasyon merkezi kurulması ve afet planı yapılması konusunda görüş birliği
içinde.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü Hidrometeoroloji Şube Müdürü Ahmet Uçar, Türkiye'de
son iki yıldır kurak bir dönem yaşandığını söyledi: "1970-1974 ile 1989-1990
arasında Türkiye'de kurak dönemler yaşandı. Türkiye kuzeyden ve güneyden iki
farklı hava kütlesinin etkisi altında. Kuzeyden ve Balkanlar'dan gelen hava
kütlesi Karadeniz kıyılarını etkiler ve o bölgeye fazla yağış bırakır. Ancak bu
hava kütlesi iç kesimleri etkilemez. O nedenle kuzeyden ve Balkanlar'dan gelen
hava dalgasının hâkim olduğu yıllarda ülkemizde kuraklık olur.
Orta Akdeniz üzerinden gelen hava dalgasının hâkim olduğu yıllarda ise
Türkiye bol yağış alır." Bu tip kuraklık dönemlerinin Türkiye'de 10-15 yılda bir
sürekli yaşandığını söyleyen Uçar'a göre 2001 yılı sonundan itibaren kuraklık
Türkiye'yi terk edecek.
'HAZIRLIKSIZ YAKALANDIK'
Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı Çetin Gül'e göre ise, kuraklığın özel bir
nedeni yok, ama Türkiye üç yıldır bu sürece girdi. Gül, "Tüm dünyada iklim
değişikliklerinin yaşandığı kabul edilir gerçek. Ama Türkiye'de yaşanan
kuraklığı buna bağlamak doğru olmaz. Küresel ısınmanın etkisi olsa da bilimsel
olarak bunu ispatlayamayız" dedi. Kuraklık konusunda teknik deneyimin
olmamasından yakınan Gül, "Ülkemiz belirgin bir şekilde enerji krizi ve susuzluk
tehlikesiyle karşı karşıya kalmış durumda. Türkiye kuraklığa hazırlıksız
yakalandı" dedi.
'NORMAL HAVA YOKTUR'
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Miktad Kadıoğlu da
kuraklığın her şeyden önce doğa kanunu olduğunu söyledi:
"Kuraklık dünyada kabul edilen 31 doğal afet arasında birinci sırada. Çünkü
kuraklık kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olan yavaş gelişen en sinsi, en
tehlikeli doğal afettir. Normal hava şartları diye bir şey yoktur. Kuraklık,
normal ve bilinen atmosferik sistemler tarafından geçmişte hep oluşturulmuş ve
gelecekte de oluşturulmaya devam edilecek. Türkiye'de kuraklık konusunda artık
kriz yönetimi yerine gerektiğinde risk yönetimi uygulanmalıdır."
ARTIK İKLİMLER DEĞİŞTİ
Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Mühendisi Adil Tek'e göre Türkiye'deki
kuraklığın nedeni küresel ısınma. Tek, kutuplardaki buzulları eriten ve bütün
dünyada hissedilir iklim değişikliğine yol açan küresel ısınmanın Türkiye'yi de
etkisi altına aldığını söylüyor. Tek, Türkiye'de iç kesimlerde kuraklığın
artmasını ve Karadeniz'de yağışların artmasını da küresel ısınmaya bağlı iklim
değişikliği oluşmasına bağlıyor.
Atmosferin genel olarak ısınması 'küresel ısınma' olarak tanımlanıyor. Küresel
ısınma atmosferdeki karbondioksit, metan azotoksit, ozon ve kloroflorokarbon
gazlarına bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu gazların artması ise atmosferi
ısıtıyor, sıcaklık yükselmesinden dolayı atmosferde iklim değişimi meydana
geliyor.
Fosil yakıtların yanması, ormanların yok edilmesi, endüstriyel etkinlikler gibi
insan aktiviteleri beraberinde 'sera gazları' denilen karbondioksit, metan, ozon
ve diazat monoksit gibi gazların atmosferde artmasına yol açıyor.
YAĞIŞ AZ ISI YÜKSEK BARAJLAR BOŞ
Türkiye'de barajlardaki su seviyesi, geçen yıllara göre yüzde 40 daha az.
· Türkiye'nin yüzde 70'inde yağışlar normalin altında seyrediyor.
Sıcaklıklar her yerde mevsim normallerinin üstünde.
* Kuraklık en çok Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'yu etkiledi. Devlet
Meteoroloji İşleri raporlarına göre; 2000 yılında yağışlar önceki yıllara göre,
İç Anadolu'da yüzde 5, Akdeniz ve Marmara'da yüzde 10, Ege'de yüzde 18,
Güneydoğu Anadolu'da yüzde 16 ve Doğu Anadolu'da yüzde 20 azaldı, Karadeniz
Bölgesi'nde ise yüzde 7 oranında arttı.
* Ankara'nın içme suyu ihtiyacını sağlayan Kurtboğazı kuraklıktan en çok
etkilenen baraj. Su seviyesi tehlikeli sınırda. Barajın çevresindeki toprak ise
derin çatlaklarla dolu.
* Dicle Nehri'nde Kralkızı ve Dicle baraj santrallerinde çalışma durdu. Yıllık
üretim kapasiteleri toplam 280 milyon kilovatsaate ulaşan barajlar bölgenin su
ihtiyacını karşılayan en önemli iki kaynak.
* Orta Anadolu'da bazı yerleşim birimlerine son 4-5 aydan beri yağmur düşmedi.
Altı aydan beri yağış almayan Konya'nın Seydişehir ilçesinde çiftçi-ler artık
her cuma günü yağmur duasına çıkıyor.
* Türkiye'nin sebze ve meyve ihtayacının büyük bölümünü karşılayan Bursa Ovası
susuz kaldı. Su ihtiyacını karşılayan Doğancı Barajı'nda baraj kapakları
görünüyor. Hububat üretiminde yüzde 50, sebze ve meyvelerde büyük oranda zarar
var.
· Türkiye daha önce 1970-1974 ile 1989-1999 arasında kuraklık yaşamıştı.
Son yılların en sıcak kışını yaşıyor Türkiye. İstanbul’da güneş, sahneden
çekilmemekte ısrarlı. Yağmur yağsa bile sıcaklık kışa yakışır şekilde düşmüyor.
Yoksa uzun süredir canhıraş bağıran çevreciler haklı mı? Global ısınma yüzünden
çok zor günler mi bekliyor insanlığı?
Salt Türkiye değil, dünyanın pek çok yerinde iklim tepetaklak oldu. Geçtiğimiz
yıl, birçok ülkede insanlar sel, hortum, fırtına, kuraklık gibi - doğal olduğu
şüpheli- afetlerle karşı karşıya kaldı. Kanada’yı hortum vurdu, Alaska’da ilk
kez fırtına çıktı... Hindistan, Bangladeş, Kolombiya, İtalya ve İsviçre’yi sel
götürdü; Ortadoğu, Orta Asya kuraklıktan kavruldu.
Yapılan ölçümler dünyanın ısındığını gösteriyor! Az sayıdaki bilim adamı, global
ısınmanın ardında, henüz vâkıf olunamayan doğal süreçleri olduğuna inanıyorsa
da; büyük çoğunluk, sanayileşme sonucu açığa çıkan karbondioksit ve metan
gazının küresel ısınmada başrolü oynadığında hemfikir.
Ortalama sıcaklıktaki birkaç derecelik oynamanın tam olarak nelere neden olacağı
konusunda da fikir birliği henüz yok. Ama bilinen o ki, iklimdeki bu değişiklik,
insanlık için pek de hayırlara vesile olmayacak.
Sel, kuraklık, hortum gibi felaketlerin iklimdeki bu değişikliğin bir sonucu
olduğu aşikar. Hatta orman yangınlarının sayısında yaşanan patlama da küresel
ısınmayla ilişkilendiriliyor. Ortalama küresel sıcaklığın 5 derece yükselmesi,
sıtmadan ölen insan sayısında patlama yaşanacak anlamına geliyor.
Avrupa Birliği bünyesinde yürütülen "Permafrost ve Avrupa’da İklim" projesi, Alp
Dağları’ndaki buz kütlelerinin eridiğini ortaya koydu. Afrika’daki Klimanjaro
Dağı’nın durumu da pek parlak değil. Bizim mütevazı Uludağ’da da kar yoktu
geçtiğimiz bayram tatilinde. Bu erime, birtakım insanların kayak zevkinden
mahrum kalmasından çok daha büyük bir tehlikeye işaret ediyor: Toprak kayması ve
çığ...
ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Grönland’da eriyen buzların, yılda
4.5 trilyon litre suyun oluşmasına yol açtığını açıkladı. Ortaya çıkan bu fazla
su nereye akıyor peki? Yapılan ölçümler, deniz seviyesinin yükseldiğini
gösteriyor.
Buzulların erimesi sonucu artan deniz suyu seviyesinin, pek yakında üzerinde
yerleşim olan karaların su altında kalmasına neden olacağı düşünülüyor.
Sanayileşmiş ülkelerin atmosfere verdiği sera gazlarının sonuçlarına,
okyanustaki küçük ada devletler katlanacak önce. Milyonlarca insanın evsiz
kalması anlamına geliyor bu. Küresel ısınmanın birinci derecede suçlusu kabul
edilen ABD bile, son kertede kendini kurtaramayacak. Çevre örgütü Pew Center’a
göre, ABD kıyılarındaki 23 bin 700 kilometrekare, yani neredeyse Trakya
büyüklüğünde bir alan sulara gömülecek.
Deniz seviyesinin yükselmesinin bir diğer sonucu da, kıyılara yakın tatlı su
kaynaklarındaki tuz oranının artması. Yani küresel ısınma, içme ve sulama suyu
sıkıntısına neden olacak.
Küresel ısınma dünyanın geri kalanında deniz suyunun yükselmesine neden oluyor
olabilir, ancak Akdeniz’de durum biraz farklı. Akdeniz’in su seviyesi, düşüyor.
Akdeniz’de su seviyesi her yıl 1.4 milimetre azalırken, Karadeniz’de yılda 1.2
milimetre artıyor. Britanya Southampton Okyanus Bilimleri Merkezi’nden Dr.
Michael Tsimplis, farklı iklim etkilerine ve barajlar nedeniyle Akdeniz
suyundaki tuz oranının artmasına bağlıyor bu durumu. Hazır yeri gelmişken,
enerji üretiminde "en çevreci" yöntemin barajlar olduğu da hayli tartışmalı.
Baraj havzası, bitki örtüsünün çürümesine yol açarak büyük miktarlarda sera
gazının atmosfere verilmesine neden oluyor çünkü. Küresel ısınmada barajların
payı inkar edilemez yani. Baraj yapımında rekora koşan Türkiye’nin bu konuyu
daha kapsamlı araştırmasında fayda var.
BAZILARI SICAK SEVER
Küresel ısınma insanlığın devamı açısından tehlike çanlarının çalmasına neden
oluyor. Ama aslında, dünya yüzeyinin ısınmasından karlı çıkan canlılar da yok
değil. Bazı türler, bu ısınmaya paralel değişiklikler geçirmeyi beceriyor.
Science dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Norveç’te yaşayan dipper’lar
iklimdeki değişiklikten çok memnun mesela. Karbon döngüsüyle yaşayan bitkilerin
de, atmosferdeki karbonun artmasından yararlı çıkacakları aşikar.
Zenginleşmek için sanayileşiyor, rüzgar ve güneş gibi temiz enerji kaynakları
yerine fosil yakıtlar kullanmaya devam ediyoruz. Oysa pek yakında, tüm
servetimiz bile, bir damla içme suyu satın alamayacak. Küresel ısınmaya karşı
şimdiden önlem almak, yaraları sarmaktan çok daha kolay. Üstelik kesinlikle daha
ucuz!
KÜRESEL ISINMA NEDİR?
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda
dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Sera etkisinin
artması, atmosferin üst bölümünün yani stratosferin soğumasına, alttaki
troposferin ise ısınmasına yol açıyor.
SERA ETKİSİ DOĞAL
Sera etkisi doğal bir süreç aslında. Sera etkisi, dünyada yaşam olması için
gereken sıcaklığı sağlıyor.
• Su buharı, karbondioksit ve metan gazı, dünyanın üzerinde doğal bir örtü
oluşturuyor. Ancak fosil yakıtların kullanılması ve ormanların yok edilmesi, bu
örtüyü oluşturan gazların, atmosferde normalin çok üzerine çıkmasına neden oldu.
• Dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları,
tekrar atmosfere yansıtıyor.
• Dünyaya ulaşan güneş enerjisinin yaklaşık yüzde 70’i, böylece tekrar uzaya
gönderlmiş oluyor. Ancak bazı infrared ışınlar, sera gazları tarafından
tutuluyor. Bu da atmosferin, ısınmasına neden oluyor.
• Sera etkisi, dünyanın yeterince sıcak olmasını sağlıyor. Ancak bazı bilim
adamları, insan tarafından fazla miktarda sera gazının atmosfere verilmesinin bu
karmaşık dengeyi zedelediği ve küresel ısınmaya neden olduğu görüşünde.
GLOBAL ISINMA MI, NÜKLEER KIŞ MI?
Dünyanın geleceğine ilişkin kehanetler muhtelif. Bazı bilim adamlarına göre,
global ısınmadan çekinmemize gerek yok, zaten pek yakında donarak öleceğiz.
Nasıl mı? Süpervolkan diye bir şey var. Bunlar aslında dağ değil, bir nevi alçak
basınç alanı ya da büyük ve sıkışmış kraterler olarak tanımlanabilir.
Jeologlar, er ya da geç, bir süpervolkanın patlayacağını ve bu patlamanın
yarıkürede, hatta global düzeyde, sıcaklığı önemli ölçüde düşüreceğini
söylüyorlar. ABD’de Yellowstone Milli Parkı’nda bulunan bir volkanın
patlamasının geciktiği belirtiliyor. Yellowstone’un 600 bin yılda bir harekete
geçtiği sanılıyor. Son patlamanın üzerinden ise 640 bin yıl geçti.
Eskiden madenciler, madene beraberlerinde bir kanarya indirirdi. Çünkü kuşun
fenalaşması, havadaki metan gazının arttığının habercisiydi. Şimdi de hızla yok
olan narin kuş türleri, bize atmosferimizin kimyasal bileşimin iyice bozulduğunu
göstermekte. Sadece İngiltere’de son 25 yılda 22 milyon çift kuşun, 17 milyon
çifti yok oldu.
Küresel ısınma ve iklim değişimi; seller, kuraklık, insan, hayvanlar ve tarım
kuşaklarının yer değiştirmesi, kutuplardaki buzulların erimesi ve deniz su
seviyelerinin yükselmesi gibi dünya üzerindeki tüm canlı yaşamı için birçok
tehlike oluşturuyor.
En büyük doğal afet olan kuraklığın etkisi; en fazla, suya talebin en yüksek
olduğu zamanlar hissedilir. Nüfus arttıkça ihtiyaç duyduğumuz su miktarı da
artıyor. Ama gelişmiş ülkelerdeki gibi, köy, kasaba, şehir ve ülke bazında
kuraklık ile mücadele ve su kaynaklarımızın yönetimi için "kuraklık mücadele
planlarını" geliştirebilmiş değiliz.
Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli’ne (IPCC) göre 1990’da Türkiye’de yılda
kişi başına düşen su miktarı 3 bin 70 metreküp. Fakat bu suyun büyük bir kısmı,
ihtiyaç olan yerlerde değil. İklim şartlarının değişmeyeceğini kabul etsek bile,
sadece nüfus artışı nedeniyle 2050’de Türkiye’de bu miktar 1240 metreküp
olacaktır.
Artan nüfus ve küresel iklim değişimi sonucu daha kurak bir iklime sahip
olacağımız göz önüne alındığında 2050’de Türkiye’de bir yılda kişi başına düşen
su miktarı 700 ila 1910 metreküp arasında olacak. Yani su fakiri bir ülke
olacağız.
Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri deniz kıyılarındaki 60 kilometrelik alanda
yaşıyor. IPCC tahminlerine göre 2100 yılına kadar deniz su seviyesindeki artış
40 ila 65 cm arasında olacaktır. Bu durumda adalarda, kıyı şeritlerinde, kıyı
şehirlerinde ve nehir yataklarında yaşayanlar ile birlikte balıkçılık ile ve
kıyılarda turizm tesisi işleten ve tarım yaparak geçimini sağlayanlar, yerleşim
ve geçim alanlarını kaybedebilecektir.
KÜRESEL ISINMA GÖÇ NEDENİ
Günümüzde de kuraklık, ekolojik bozulma ve çevre tahribatı ile birlikte küresel
iklim değişiminin sonuçlarına bağlı olarak mülteci sayısındaki artış da
hızlanmakta. Belirli bir iklimin ve bitki örtüsünün bulunduğu şartlarda
yaşayabilen insan ve birçok hayvan, ekolojik şartların değişmesi ile ya yok
olmakta, ya da yaşamını sürdürebileceği bölgelere göç etmektedir.
Bugünlerde Türkiye üzerinden Avrupa’ya kaçmaya çalışan göçmenlerin büyük bölümü
Afrika ve Asya’da iç savaş ve/veya kuraklık, salgın hastalık ve kıtlığın
pençesindeki ülkelerin vatandaşlarıdır.
1992’de Rio de Janeiro’da "Küresel düşün, yerel hareket et" ilkesinin eyleme
geçirilebilmesi için dünya bir araya toplanmıştı. 1997 yılında Kyoto Protokolü
ile endüstrileşmiş ülkeler için sera gazları emisyonlarının azaltılmasına
yönelik hedefler belirlendi. Bu hedeflere ulaşma yöntemlerini belirlemek için
Lahey’de 13-25 Kasım 2000 tarihleri arasında bir araya gelmişti.
Lahey’de iklim görüşmelerinin çıkmaza girmesine ABD’nin, Kyoto anlaşmasının
"karbon lavabosu" kullanma hakkını verdiğini iddia etmesi ve sera gazlarını
azaltmak yerine üçüncü dünya ülkelerine "ağaç dikmek", henüz karbondioksit
üretimi düşük olan gelişmekte olan ülkelerin "haklarını satın almak" ve
hayvanların metan gazı üretmesini engellemek için "gaz yapmayan yem" üretmek
gibi yollar "enteresan" önermesi neden oldu.
Öyle görülüyor ki endüstrileşmiş ülkeler 21. yüzyılın en büyük çevre problemini
önlemeye yönelik bir şeyler yapmak için pek gönüllü değil. Bu durumda bizim gibi
gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesinin vatandaşları için en kötü ihtimali
düşünüp küresel iklim değişimi ile birlikte yaşamayı öğrenmekten başka bir yol
görünmüyor.
KÜRESEL ISINMANIN NEDENLERİ
Hava koşullarının uzun bir zaman kesiti içinde ortalama durumu iklim olarak
tanımlanır. Dünya son bir milyar yıl içinde yaklaşık ikiyüzelli milyon yıl süren
sıcak dönemler ve bunların ardından gelen dört büyük soğuk dönem geçirmiştir.
Dünya yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme daha girmiş, bu dönemde
yüzbin yılda bir on bin yıl süreyle görülen sıcak dönemlerin haricinde soğuma
eğilimi göstermiştir. Şu an bu sıcak dönemlerden biri yaşanmaktadır. Dört bin
yıl önce başlayan sıcaklık düşüşleri sonucunda Dünya'nın soğuma eğiliminin
artması beklenmekteydi fakat bu artış son yüzelli yıldır gerçekleşmemiştir.
Güneş gibi doğal etkenlerle büyüyen bu artışın nedeni, özellikle son dönemlerde,
büyük ölçüde insan kaynaklı olan sera etkisiyle oluşan küresel ısınmadır.