Coğrafya'nın Tarihi
1. İlk Çağ:
İlk çağda coğrafya büyük medeniyet merkezlerinin kurulduğu yerlerde diğer bilimlerle beraber gelişme sağlamıştır. İlk çağlarda coğrafya basit gözlemlere ve bu gözlemlerlerin haritalara aktarılmasına dayanıyordu. Yine bu çağda coğrafya bilgileri diğer bilimlerin bilgileriyle içi içe verilmiştir. Değişik yerler ve insanlar hakkındaki merak coğrafi bilgilerin artmasını sağlamıştır.
Babilliler dünyayı bir okyanus üzerinde yüzen yuvarlak şekilli bir kara parçası olarak düşünüyorlardı. Bu çağda Herodot'un (yaklaşık M.Ö.485-425) "Tarihler"adlı yapıtı coğrafya için önemli yer tutar. Bu çalışmada topografik çalışmaların yanında yeryüzünün ölçülmesi ve astronomi de gelişmeye başlanmıştır. Tales güneş sistemini incelemiş, çeşitli ölçümler yapmıştır. Anaksimendros matematik coğrafyanın kurucusu olarak kabul edilir. Eksenin eğikliği, evrenin sonsuzluğu, gökyüzünün kutup yıldızı etrafında döndüğüne ait keşifler Anaksimendros' a aitti. Pisagor dünyanın bir ateş etrafında başka gök cisimleriyle birlikte dönmekte olduğunu ileri sürmüş ve gök cisimlerinin yuvarlak olma olasılıklarının daha fazla olacağı üzerinde durmuştu. Dünyanın yuvarlaklığı Platon (yaklaşık M.Ö.427-347) tarafından derinlemesine incelenerek ortaya konulmuştur. Topografik ve astronomik hesaplar teolojik geleneklere sıkı sıkıya bağlıydı. Dünyanın büyük güç tarafından bir yaratılış amacı ve bir düzeni olduğu; çevrenin insan üzerinde bir etkiye sahip olduğu ve insanın da çevreyi değiştirdiği inancı vardı.
Helenistik Çağın sonuna doğru, Roma İmparatorluğ'nun güçlenmesiyle coğrafi bilgiler de artmaya başlamıştı. Eratostenes, coğrafya ismini ilk kullanan kişi olduğu için coğrafya ilminin adını ilk koyan kişi olarak bilinir. Dünyanın ekvator üzerinde çevre uzunluğunu ve bir derecelik meridyen yayını hesaplamıştır. Yunanlı Strabo'nun (yaklaşık M.Ö.60-M.S.21) dünyanın tasvirlerini içeren 17 ciltlik çalışması Geographia'nın çıkmasıyla coğrafya "kendi yaşayan ifadesi"ni bulmuştur. Bundan sonra Plinius'un (M.S.23-79) Doğal Tarih adlı çalışması önemli bir çalışmadır. Burada yerküre bir astronomik konum içinde ele alınarak "dünyanın ve elemanlarının bir dökümü" yapılmıştır. Batlamyus (M.S.90-168), Strabo ve Plinius'un çalışmalarına zıt çalışmalar yapmıştır. Batlamyus, Coğrafya adlı eserinde coğrafyayı felsefenin içinden ayırmış ve coğrafya ilmi, bağımsızlığını kazanmıştır. Çalışmasında belirli yerlerin çeşitli özelliklerinin hesaplanmasıyla ilgili matematik ölçümler (enlem, boylam vb.) ağır basmaktadır. Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden, Avrupa'da aydınlanma çağı olan 15.yy.da Rönesans çağına kadar uzun bir dönem boyunca batıda çok az coğrafi bilgi birikimi olmuştur. Bu yüzden de Batlamyus'un coğrafyayla ilgili kitabı 1406'da Latince olarak tekrar ortaya çıktığında bile hala coğrafi bilginin en yetkili tek kaynağı olarak kabul ediliyordu. Strabo ve Batlamyus'un coğrafyaları sayesinde klasik dönemin coğrafyası ortaçağda da hayatta kalabilmeyi başarmıştır. 476'da Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle Avrupa'da "karanlık çağ"a girmiş, coğrafyası da bundan etkilenmiştir.
2. Orta Çağ:
Orta Çağ'da coğrafya, Müslümanların en fazla geliştirdikleri ilimlerden biridir. İslam dininin yayılmasıyla coğrafya biliminde bir başka büyük gelenek ortaya çıkmıştı. İbadet için kıbleye dönülmesi, namaz vakti, dini günlerin belirlenmesi gibi çeşitli amaçlar coğrafi mevkilerde enlemlerin ve boylamların belirlenmesini gerektirdiğinden matematik coğrafya ve astronomi İslam dünyasında büyük gelişme sağladı. Yunan ve Roma eserleri Arapçaya tercüme edilmiştir. Bu konuda başta Araplar olmak üzere, Farslar ve Türkler çok sayıda eser bırakmışlardır. Bir yandan At¬lantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar gerçek anlamda hemen hiç bir sınırla karşılaşmadan seyahat edebilme imkânı, diğer yandan da hem uzun bir yolculuk, hem de o zamanlar bilinen dünyanın dört bir yanından gelen âlimlerle fikir alış verişi imkânı sağlayan Hac seyahatleri, coğrafyanın zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.
Müslümanlar arasındaki coğrafya çalışmaları, sadece Endülüs'le, Kuzey Afrika'yla, Güney Avrupa'yla ve Asya ana karasıyla ilgili çalışmalardan ibaret değildir. Hint Okyanusu ve çevre denizleri de bu çalışmaların kapsamına giriyordu. Müslümanlar deniz ulaşım araçlarını ve onlarla yakından ilgili olan haritacılık sanatını geliştirerek açık denizlerde dolaşabilecek duruma gelmişlerdi, İslâm dünyasındaki coğrafyacılar Batlamyus'un Coğrafya'sını çok kullanmışlar ve bu eseri Müslümanlar arasında bu ilmin temel taşı yerine geçirmişlerdir. İslâm dünyasında, coğrafya, astronomiyle de yakından ilişkiliydi. Rasathanelerde, enlemlerin, boylamların hesaplanması, eğrilerin ölçülmesi gibi birçok yöntemin kullanıldığı coğrafî ölçümler yapılıyordu. Nitekim Birunî yeryüzü şekilleriyle ilgili ölçümlerinden ötürü, genellikle, jeodezi (yer ölçümü) biliminin kurucusu sayılır. Birunî yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır. Avrupa'da buna "Birunî kuralı" denilmektedir. Dünyanın yuvarlak ve kendi etrafında dönmekte olduğunu Kopernik'ten, yerçekimin varlığını da Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Coğrafya konulu kitabı "Kitab Tahdid Nihayet el-Amakin'de (Kentlerin Koordinatlarının Belirlenmesi), değişik bölgelerin sadece hayvan ve bitki örtülerini değil, aynı zamanda haiz oldukları mineralleri de işleyerek, betimleyici coğrafya dalını başlatmıştır. El Mukaddisi'nin (M.S.945-988) çalışmaları tamamen kendi deneyimlerine dayanıyordu. El İdrisi (1099-1180) Avrupa hakkında bilgi toplamış, dünyanın diğer kesimleriyle birlikte yaşayan bugünküne benzeyen bir dünya haritası hazırlamıştır. Harita 180 derecelik bir dünya yüzeyini güneyde ekvatordan, kuzey kutbuna ve batıda Kanarya Adalarından, Doğu Çin'e kadar içine almakta ve o gün için bilinen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını oldukça doğru olarak göstermektedir. Sadece yönler değişiktir. Kuzeyi aşağıda, güneyi yukarıda, batıyı sağda, doğuyu da solda göstermiştir. Ortaçağ'da İslam Âlemi Batlamyus devrine oranla haritalarında daha ileri projeksiyonlarla yeryüzünün belirttiler.
476'da Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle Avrupa,'da karanlık çağ'a girmiş, bilim dünyası da bundan etkilenmiştir. Avrupa'da bilim Kilise'nin baskısı altında kalmıştır. Avrupalılar, ilkçağda yetişen Yunan filozoflarının yazdığı eserlerden bile habersizdi. Birçok çalışma yok olmuş ve de tahrip edilmiştir. Hıristiyanlar uzun bir dönem yaşadıkları bölgelere kapandıkları için coğrafî bilgileri gelişmemiştir. Bu durumu değiştiren en önemli etkinlik son dönem gezginlerinden Marco Polo'nun Doğu'ya yapmış olduğu gezilerdir. Romalılar eski İyonyalı coğrafyacıların görüşüne dönüş yaparak disk şeklinde çevresinde okyanusların yer aldığı dünya haritası oluşturmuşlardır. Yaptıkları haritalarda Asya yukarıda, Afrika sağda, Avrupa solda bulunuyordu. Yapılan haritalar felsefi düşünceye uygun olarak teorik bir dünya çizilmiştir.
3.Yeni Çağ
Yeniçağ, coğrafya tarihinde önemli bir geçiş ve gelişme devresi olarak bilinir. Batlamyus'un coğrafyası 1410 yılında Latinceye tercümesi İtalya'ya yerleşen bir Bizanslı tarafından başlatılmış fakat talebesi tarafından bitirilmiştir. Batlamyus haritalarının hataları düzeltilmiş ve eksik yerler ilavelerle düzeltilmiştir. 15.yy.ın başlangıcında Avrupa'daki Rönesans ve Keşifler Çağı olarak bilinen kültürel uyanışla birlikte Avrupa tekrar coğrafi bilginin merkezi haline geldi. Osmanlı Devleti'nin Doğu Akdeniz ticaret yollarını denetimi altına alması Avrupalıları yeni yollar aramaya teşvik etmiş, bu da yeni kıtaların keşfedilmesiyle sonuçlanmıştır. Coğrafi keşifler dünyanın daha yakından tanınmasını ve coğrafyaya önem verilmesini sağlamıştır. Bu çağın diğer önemli özelliği de gezginlerin seyahat gözlemlerini seyahatnamelerine aktarmasıdır. Bu yüzden bu dönem ansiklopedik devre olarak adlandırılmıştır. Araştırma ve fetihler yoluyla bilinen dünyanın sınırları iyice genişledi ve o kadar çok yeni coğrafi bilgi Avrupa'ya taşındı ki Avrupalılar bunları kataloglama ya da organize etmek için yeni yöntemler bulmaya çalıştılar. Bu sırada esas olarak Almanya'da modern coğrafya çalışmaları ortaya çıkıyordu. 1650'de Bernhard Varen'in Geographia Generalis adlı eserinin yayınlanması ile coğrafyanın şekilsel olarak sınırları belirlenmiş ve coğrafya kozmografi teriminden ayrılmıştır.
Bu dönemde Türk coğrafyasında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'a çağırılan Ali Kuşçu'nun Kozmografya adlı eseri önemlidir. 1470 - 1554 yılları arasında yaşayan büyük Türk Amirali Piri Reis devrinin en ünlü Türk kartografıdır. Ayrıca Dünya haritasını hazırlayan ilk Türk unvanına sahiptir. Bu haritanın sadece Amerika'yı gösteren paftası günümüze ulaşmıştır. Piri Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte Kitab-ı Bahriye ( Denizcilik kitabı) kitabında anlatmış ve haritalar çizmiştir. Seydi Ali Reis Mir'atül Memalik (Memleketlerin aynası) adlı eserini Kanuni Sultan Süleyman döneminde yazmıştır. Kâtip Çelebi coğrafya ile birlikte kozmografya bilgilerine de yer verdiği Cihannûma'sını 1648'de yazmaya başlamış ancak yeni edindiği bilgileri de dikkate alarak 1654 yılında ikinci kez yazmıştır. Kâtip Çelebi Cihannûma'sını Batlamyus kuramına dayandırmakla birlikte, o güne dek hemen hemen hiç yararlanılmayan Batı kaynaklarını Osmanlı Coğrafyacılığı'na tanıtması bakımından büyük önem taşır. 1611-1682 yılları arasında yaşamış ünlü bir seyyah olan Evliya Çelebi de Gezdiği yerlerin beşeri ve fiziki coğrafya özelliklerini tasvir ederek Seyahatname'sinde toplamış ve bu eser günümüz coğrafyacılar tarafından benimsenen önemli bir kaynaktır.
4.Yakın Çağ
18.yy.ın ikinci yarısında Almanya'da coğrafi uygulama ve teoride ikinci bir atılım ortaya çıktı. Anton Friedrich Bösching (1724-1793) "Yeni Dünya Tasviri" adlı eserinde yeryüzünün korografik ve topografik en doğru tasvirini arama çabaları göstermiştir. Bu eserdeki bölgesel tasvirlere ilk kez nüfus yoğunluğuyla ilgili istatistiklerin de katılmasıyla eser ayrı bir önem kazanıyordu. Alman filozofu Immanuel Kant'ın teorik düzeydeki çalışmaları coğrafyanın gelecekteki gelişmesi üzerinde çok etkili olmuştur. Ona göre tarih olguların zamanla ilişkili olarak incelenmesi, yani kronoloji ise; coğrafya da olguların mekânla bağlantılı olarak incelenmesi yani korolojiydi. 1802'de yayınlanan Fiziki Coğrafya adlı eserinde fiziksel coğrafyayı dış duyular, insanı da iç duyular içinde tutarak çözümlüyordu. Bu iki tür duyu oluyla elde edilen algılar insanın dünyaya ilişkin tüm empirik bilgisini sağlıyordu. Kant, coğrafyayı mekânsal kalıpların -bir yerden diğerine olan benzerlik ve farklılıkların- incelenmesi olarak, yani bugünkü anlayışa yakın bir şekilde tanımladı.
19.yy. boyunca bilimsel coğrafya olayların dağılış nedenlerini araştırarak her zamankinden çok daha canlı bir şekilde gelişme olanağı bulmuştu. Bu sırada iki Alman bilim adamı Alexander von Humboldt ve Karl Ritter çalışmaları ile modern coğrafyanın temellerini atmış ve eski tasvirci coğrafya ile modern analitik coğrafya arasında bir geçiş oluşturmuşlardır.
Humboldt, geniş seyahatler yapmış, fiziki coğrafyanın yanında, insanın ekolojik sistemin bir parçası olduğu inancını da ortaya koymuştu. Coğrafya ilmine bilimsel anlamda gezi-gözlem metodunu kazandırmıştır. Coğrafya ilmine sebep-sonuç, dağılış ve ilgi prensiplerini kazandırmıştır. İzoterm, izohips, izobat, profil ve kesit gibi yardımcı ifade şekillerini coğrafyaya kazandırmıştır. Bazı fiziksel olayların mekânsal açıklamasını araştırırken coğrafyayı keşfetmiştir. Daha çok olguların düzeni ve sınıflandırılmasıyla ilgilenmiştir. Tutkulu bir bitkibilimci olarak da coğrafyaya doğa bilimlerinin sınıflandırma yöntemini getirmiştir. Ritter, beşeri coğrafyaya bir bilim ruhu kazandırmış ve insanların mekânsal davranışlarının yasalarla açıklanabileceğine inanmıştı. Tarihten esinlenmiştir. "Doğa ve Tarih" sürekli birbirine bağlanan, düşüncelerinin durmaksızın gidip-geldiği iki terimdi. 19 ciltlik muazzam eseri Die Erdkunde (Coğrafya) ile ün yapmıştır. Humboldt ve Ritter modern akademik coğrafyanın kurucusu, günümüz coğrafyasının "büyükbabaları" sayılmaktadır.
19.yy. sonu ve 20.yy. başlarında bazı coğrafyacılar insan faaliyetlerinin ve başarılarının fiziki çevre tarafından kontrol edildiği sonucuna varmışlardı. İnsanlar ve habitatları arasındaki çevreci determinizm olarak anılan bu yorum özellikle Amerikalı coğrafyacılar arasında 1920'ler öncesinde çok tutulmuştu. Friedrich Ratzel beşeri coğrafya adlı eseri ilk yazan bilim adamıdır. Ayrıca politik coğrafya adlı eseriyle siyasi coğrafyanın kurucusu sayılır. Bu eserinde ileri sürdüğü görüşler, Hitler'in dünya egemenliği kurma hülyasına bile esas oluşturmuştur. 1920'lerde ABD'de de çevreci determinizm şiddetle eleştirilmeye ve alternatif fikirler ileri sürülmeye başlanmıştı. Deterministlerin dünyaya yalnızca bir sebep ve etki şeklinde baktıkları ve insanla çevresi arasındaki ilişkiyle ilgili sorulara cevaplarının önceden belirlenmiş ve hep aynı olduğuna işaret ediliyordu.
Günümüzde de beşeri coğrafyada insan-çevre ilişkisinde başlıca iki yaklaşım açık olarak gözlenmektedir. 1.İnsanın çevre ile ilişkilerinin incelenmesi ve 2.insanın mekânı nasıl kullandığı ve düzenlediğinin incelenmesi. Bunlar, bütün unsurların birbiriyle ilişkili olduğu bir işlevsel bütünlük içindeki iki sistem ya da yapı olarak kabul edilebilirler. İnsanın çevre ile ilişkilerinin incelenmesinde, coğrafyacı, içinde insan ile çevrenin birbirini karşılıklı olarak etkilediği ekolojik sistemin şekil ve yapısını esas alır. İkincisinde, yani insanın mekânı kullanma ve düzenlemesinin incelenmesinde ise coğrafyacı bu kez insanın ekonomik, toplumsal ve siyasal faaliyetleri yoluyla birbiriyle karşılıklı etkilenme içinde bulunduğu mekânsal sistemin şekil ve yapısını inceler. Yakın yıllarda insan bilimlerinin geleneksel temel bilimlerle yeniden yapılanmayı sağlayıcı bir mücadele içine girdiği gözlenmektedir. Bu coğrafyaya Schaefer (1953) ile giren ve çok taraftar bulan pozitivizm olarak anılan akımdır.
Son yılların, coğrafyada da hissedilen, moda akımı post-modernizmde ise matematik kesinlik yoktur; geçmişteki görüşlerin büyük kısmını reddetmeyi içine alan bir akım olduğu için bazı bakımlardan bu terimin yeni ve farklı olan her şey için kullanılması moda haline gelmiştir. Soja (1989), Harvey (1989) ve Cooke (1990) tarafından yazılmış yakın zamanlı üç coğrafya kitabı en azından bu konudaki tartışmaların ana hatlarını izlemektedir. 1950'lerden sonra "toplumsal yapının ve insan unsurunun rolünün çeşitli yönlerden vurgulanması"olan yapısalcılık ve insan deneyimlerini göz önüne alan ve coğrafyayı beşeri bir bilim dalı olarak niteleyen hümanizm akımları oluşmuştur. Böylece coğrafya pozitivizm, hümanizm ve yapısalcılık olmak üzere üç parçaya ayrılmış oldu. Fakat coğrafyacıların çoğu kendilerini bu üç epistemolojiden birine ait gibi görmüyorlardı. 1980'lerde coğrafyanın insanla ilgili konularla açık ya da kapalı ilişkisi üzerine yorumlar artmış, 1990'larda da coğrafyacıların en tuttukları konuları doğrudan insanla ilgili olanlar oluşturmaya başlamıştı.
Osmanlı Hükümeti ilk olarak 1875 yılında Paris Milletlerarası Coğrafya kongresine iştirak etmiş ve kongrenin sergisine bazı kitaplar göndermişti. Osmanlı Devleti'nde 18. ve 19. yy.larda birtakım coğrafya ve kozmografya kitaplarıyla bazı haritalar Batı dillerinden tercüme edildi, bir kısmı yeni açılan askeri okullarda kullanıldı. Coğrafya - Tarih ansiklopedileri 19. yy.ın sonlarında yayımlanmaya başlandı. Bunlar arasında en önemlileri şunlardır: Ahmed Rıfat Efendi'nin derlediği Lûgat-ı Tarihiye ve Coğrafiye ( 7cilt ) ve Şemseddin Sami'nin kaleme aldı Kams'ül Âlam ( Özel isimler sözlüğü, 6 cilt ) . Tanzimat Devri'nden itibaren memlekette coğrafya ile ilgilenen kurumların temeli atıldı. 19.yy. sonunda haritacılık öğrenimi için bazı genç subaylar Avrupa'ya gönderildi. 1894'te kurulan Taksim'i Arazi (jeodezi) komisyonu topografya haritaları alınması için bazı çalışmalar yaptı. Bazı haritalar Türkçeye çevrildi. Büyük ölçekli ilk haritaların alınması Meşrutiyet Devri'nde gerçekleşti. Bu alanda haritacı Şevki Paşa'nın (1865-1927) önemli çalışmaları oldu. 1928'de Türkiye'nin 1/200.000 ölçekli iktikşaf haritası tamamlandı. 1/50.000 ve kısmen 1/25.000 ölçekli topoğrafya haritasının bir kısmı yayımlandı. Birinci Cihan Harbi sırasında İstanbul Dârülfünununa (Üniversite) bağlı bir Coğrafya Dârülmesaisi (Enstitü) kuruldu. Prof. Erid Obst ve Faik Sabri (Duran) öğretim göverinde bulundular. Daha sonra bu çalışmalara Prof. İbrahim Hakkı Akyol, Macit Arda ve Hamit Sâdi Selen devam ettiler. 1933'ten sonra yeni üniversite içinde ve Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesi'nde Batı memleketlerinde öğrenimlerini tamamlamış coğrafyacılar yer aldı. 1941'de Ankara'da toplanan Birinci Türk Coğrafya Kongresi'nde, Türk Coğrafya Kurumu'nun meydana getirilmesi kararlaştırıldı. Sonra bu kurum Türk Coğrafya Dergisi'ni yayımlamaya başlamıştır. Daha önce Genelkurmay başkanlığı'nda kurulan Coğrafya Encümeni, çeşitli çalışmaları arasında birtakım bölgelere ait eserler de yayımladı. Harita Genel Müdürlüğü tarafından da haritacılıkla ilgili bir dergi yayımlanmaya başlandı.