Türkiye AB İlişkilerinin Tarihçesi ve Sorunlar

Türkiye AB İlişkilerinin Tarihçesi ve Sorunlar



Ülkeler, bölgesel veya küresel birlikler kurarak dünya ticaretinde etkin olmak, siyasi ve askeri yönlerden güç birliği oluşturmak istemektedir. 

Bu amaçla ülkeler özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında, küreselleşme olgusunun da etkisiyle; birçok bölgesel birlikler aracılığıyla kendi aralarında işbirliği oluşturarak, dünya liderliği girişimlerinde bulunmaktadırlar. AB sözü edilen bu amaçlara ulaşmak amacıyla ilk olarak 9 Mayıs 1950’de kurulmuş bir girişimdir. Bu tarihlerde Avrupa ülkeleri 2. Dünya savaşından yeni çıkmış olmaları ve savaş sonrası hem yıpranmış olan ekonomilerini düzeltmek, hem de kendi aralarında ekonomik işbirliği sağlayarak, ekonomik anlamda dünyada söz sahibi olmak istemelerinin bir sonucu AB’ye giden süreç başlamıştır. Böylece AB’nin temelini oluşturan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 25 Mart 1957’de imzalanan Roma Anlaşması ile kurulmuştur. O zaman birliği oluşturan ülkeler: Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg’dur. Türkiye ilk olarak 31 Temmuz 1959’da o zamanki adıyla AET’ye ortaklık başvurusu yapmıştır. Konuyla ilgili olarak 12 Eylül 1963’te Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Uzun süren bu yolculuk 1999’da Helsinki’de adaylık başvurusuna dönüşmüştür. 3-9 Ağustos 2002’de uyum yasaları çıkartılmıştır. 17 Aralık 2004’te ise adaylık için ucu açık müzakerelere başlanılmasına karar verilmiş ve halen müzakere süreci bazı konu başlıkları açılarak devam etmektedir.

AB parlamentosu ülkelerin nüfus miktarına göre temsil imkanı vermektedir. AB’ye üye olması durumunda Türkiye önemli sandalye sayısına olacaktır. Her ne kadar açık olarak dile getirilmese de AB içinde Almanya, İngiltere ve Fransa’nın söz sahibi olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Yönetim ve çeşitli işlemler yıllara göre ülkeler arasında el değiştirse de; söz konusu bu ülkeler adeta AB’nin liderleri rolündedir


AB ülkelerinde nüfusun artmaması, az artması ve giderek yaşlı nüfus oranının fazlalaşması nüfusla ilgili özel politikalar geliştirmelerine
neden olmaktadır. Bu ülkelerin nüfusunda yaşlı nüfus oranının artması; üretim ve diğer hizmet faaliyetlerinin yürütülebilmesi için işgücüne ihtiyaç duyması, nüfus artışı yönünde bir nüfus politikası izlemesine neden olmaktadır. Ancak, AB ülkelerinin genel olarak bir nüfus politikasından söz etmek mümkün değildir. AB ülkeleri, üyelik sürecinde, Türkiye nüfusuyla ilgili bazı kaygılar taşıdıklarını ifade etmektedirler. Daha açık bir ifade ile Türkiye nüfusunun genç, dinamik ve artış hızının fazla olmasından, serbest dolaşım hakkı ve çeşitli yollarla, AB ülkelerine göç ederek adeta istilasından endişe duyulmaktadır (Laçiner ve diğerleri, 2004: 122-123). Ayrıca AB ülkeleri ülkemiz nüfusunun sayıca fazla olmasından, bu nedenle yönetimde ve temsilde söz sahibi olmada üye sayısının fazla olacağından endişe duymaktadır. AB ülkeleri yöneticileri Türkiye’nin nüfus yapısının AB’nin istikrarı için bir tehdit olacağını dile getirmektedir (Özdağ, 2002: 32).
Bütün bunlara ek olarak nüfusun giderek yaşlanması gelecek yıllarda genç ve dinamik nüfusa ihtiyaç duyması Türkiye açısından fırsat
olarak görülebilir. Özellikle nitelikli nüfus ve işgücü AB’nin istediği bir durumdur. Ayrıca genç Türkiye nüfusunun, AB ülkeleri için önemli bir pazar özelliğinde olabileceği de unutulmamalıdır. Yukarıda belirtildiği gibi, Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinde değerlendirilmesi gereken önemli hususlardan birisi de nüfus özellikleridir. Çünkü AB’nin ülkemizle ilgili çekincelerinden birisi de nüfus yapısı ve nüfus artışının üyeliği durumunda AB üzerine olası etkileridir