Türkiye’de Nüfus Sayımları
Yeryüzünde nüfusun sayımlarına ilişkin olarak en yaygın iki metod vardır. Bunların
birincisi “direkt görüşme (personal interview)” metodu, diğeri ise “kendi kendine sayım (self enumeration)”dır.
Ancak hangi metod kullanılırsa kullanılsın, nüfus sayımları; nüfusun miktarı, yoğunluğu, yaş, doğum yeri, medeni durum, dil, din, eğitim durumu, meslek ve mesken şartları gibi çok değişik demografik, sosyal, kültürel ve ekonomik özellikler yönünden en kapsamlı bilgileri sunan, en güvenilir bilgi kaynaklarıdır. Türkiye’de bilindiği gibi “direkt görüşme” metodu uygulanmaktadır. Fertlerin tesbitinde ise sayım anında sayım bölgesinde fiilen hazır bulunan her fert sayılır, bulunmayanlar sayılmaz (de facto). Başka kelimelerle ülkede bulunan yabancılar sayıma dahil edilmekte, yurt dışındaki vatandaşlar sayım dışı kalmaktadır. Oysa pek çok gelişmiş ülkede fertler nerede bulunurlarsa bulunsunlar daimi ikametgahlarında imiş gibi tesbit edilirler (de jure).
Yukarıdaki esaslara uygun olarak Türkiye’de gerçek anlamda ilk nüfus sayımı Cumhuriyet’in ilanından dört yıl sonra yani 1927 yılında yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerek toprak-nüfus ilişkisi, gerekse askere alınacak nüfusun belirlenmesi amacıyla zaman zaman nüfus sayımları yapılmış olmakla birlikte bunlar, bugünkü anlamda nüfusun sosyo-ekonomik özelliklerini ortaya koyan sayımlar değildi. Buna rağmen 1831 yılında Anadolu topraklarında 7-7.5 milyon, 1884’te 11-12 milyon kişinin yaşadığı, bu değerin Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise 12.3 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. 1927 yılındaki ilk nüfus sayımımızda tesbit edilen sayı 13.648.270’tir. Ancak demograflar arasında 1927 sayımında 250-400 bin civarındaki bir nüfusun askerlik ve vergi gibi faktörlerin aslında beyan edilmediği ve gerçekte nüfusumuzun o dönemde 14 milyon civarında olduğu kanaati yaygındır.
• En düşük nüfus artışı binde 10.59 ile 1940-45 döneminde olmuştur. Bunun nedeni II. Dünya Savaşı’nda silah altında tutulan çok sayıdaki genç nüfusun varlığı ve tedirgin bir ortamın oluşu yanında, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarındaki (1914-22 arası) az doğum ve çok ölümün, 1940-45 yılları arasındaki anne-baba olma şansına sahip nüfusun az olmasına yol açmasıdır.
• 1945-50, 1950-55 ve 1955-60 dönemlerinde nüfus artış oranımız sürekli bir artış trendine sahip olmuştur. II. Dünya Savaşının sona ermesi ile silah altındaki erkek nüfusun büyük bir kısmı terhis edilmiş ve bunların evlenmeleri ile doğumlar artmıştır. Öte yandan savaşın getirdiği kıtlık ve yokluklar ortadan kalkmış ve böylece ölüm oranları azalarak nüfus artışını hızlandırmıştır. Ayrıca tüm ülke çapında ilerleyen sanayi faaliyetleri, kurulan ulaşım ağı ve iyileştirilen sağlık hizmetleri de ölüm oranlarının düşmesine zemin hazırlamıştır.
• 1965 sayımında ülkemiz nüfus artış hızının beklenenin aksine 4 puan birden düşük çıkmasını da II. Dünya Savaşı’na bağlamak mümkündür. Nitekim 1940- 45 döneminde doğan çocukların sayısı, erkek nüfusumuzun askerde olması nedeni ile çok azdır. Sayıları az olan bu neslin 1960-65 yıllarında yapabileceği çocuk sayısının da düşük olacağı bir gerçektir.
• 1975-80 döneminde de nüfus artış hızımızda ciddi bir düşüş görülüyor. Bu durum yurt dışına yönelen göç ile izah edilebilir. Gerçekten 1980 yılı itibariyle, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın nüfusu, ülkemizdeki toplam nüfusun %4,5 ‘ine tekabül eder.
• 1985 yılından itibaren nüfus artışında düşme başlamıştır. Ülkemizde ilerleyen sanayileşme ve şehirleşme oranları, Türk kadınının çalışma hayatına girmesi ve uzun yıllar sürdürülen “aile planlaması”na yönelik olumlu sonuçların alınıyor olması bunda en önemli etkenlerdir.